Yaşamın en önemli dönüm noktalarından biridir gençlik. En zorlu dönemlerinden olduğunu da söyleyebiliriz. Tüm çocukluk yaşantılarının yeniden gözden geçirildiği, doğa tarafından tüm eski yaşantılara ait yaraların onarımı, eksiklerin giderilebilmesi için yeni bir şansın sunulduğu, uygun olmayan yaşam koşullarında ise yeni yaralanmalara, kırılmalara en duyarlı olunan bir dönem. Gençlik boyunca hızlı fizik, psikolojik, sosyal değişiklikler ortaya çıkar. Deneylerin yapıldığı, idealizm, çatışma ve belirsizliğin olduğu, kimlik duygusunun ve ayrılma ve bireyleşmenin gerçekleştirildiği dönemdir. Bu süreçte gencin başarmak zorunda olduğu birçok gelişimsel görev söz konusudur:
Toplumun araç-gereç dünyası ile iyi bir ilişkinin kurulması ve ergenlik çağının gelmesi ile çocukluk dönemi sona erer, gençlik çağı başlar.Gençlik dönemi üç değişik bakış açısı ile değerlendirilebilir:
Psikoseksüel bakış açısıyla ergenlik;
Ergenlikte bilişsel gelişim;
Psikososyal bakış açısına göre ergenlik;
Ergenlikte ruhsal-sosyal gelişim ve ergenin duygu ve davranışına yansımaları
Ergenliğin başlangıcı biyolojik bir olayla veya buna öncülük eden belirtilerle kendini gösterir. Ancak bitişini bu şekilde bir biyolojik karşılıkla belirleyemeyiz. Buluğa erme fizik cinsel olgunlaşma ve eşlik eden fizik üreme yeteneğidir ve ergenlik boyunca sürecek bir dönemi harekete geçirir. Ergenlik deneyimleme-pratik yapma, böylece yeniden düzenleme dönemidir. Genç geçmiş psikolojik gelişimini bugün içinde bulunduğu fizik cinsel olgunluk düzleminde yeniden gözden geçirir, yeniden şekillendirir, geçmişi ve bugünkü deneyimlerini bütünleştirir ve böylece psikolojik yapısı erişkin yaşamda da kendine yetecek, kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak yeni bir şekle kavuşmuş olur. Dönemin sonunda genç biyolojik ve toplumsal üreticilik yeteneğini kazanmış olur. Bu süreci yaşarken kimi zaman duraksamalar, sanki genç her şeyi askıya almış, durdurmuş gibi görüntüler karşımıza çıkabilir. Zaten bu nedenle dönem bir “moratoryum” dönemi olarak da adlandırılır. Yoğun sıkıntı ve çatışmaların eşlik etmediği günler-haftalarla sınırlı böyle durumlarda hemen endişeye kapılmak yersizdir. Bir çocuk veya gencin kişiliğinin şekillenmesinin hangi doğrultuda gittiğini tahmin etmek ve sürecin sağlıklı veya sorunlu olduğuna karar verebilmek için davranışlarının en az altı aylık bir zaman diliminde değerlendirilmesi gerekir. Gelip geçici dalgalanmalar henüz psikolojik olgunluğa erişmemiş, ruhsal yapılarını güçlendirme çalışmalarını tamamlamamış olan gençlerde dinlenme, ara verme, ilerleyici adımlardan önce mola alma dönemleri olarak ele alınabilir. Aslında zamanını boş geçiriyormuş gibi görünen genç, iç dünyasında geçmişini gözden geçirip, kendini tanıma, isteklerini anlama, kendini diğerlerinden ayırma, kendi olabilme, kendine özgü yollar bulma çalışması yapmaktadır. Birçok alanda kendini tanıma çabası, sonuçta kim olduğunu, neler yapmak istediğini, yetenek ve sınırlılıklarını, düşünce ve inançlarını, değer yargılarını belirlemesini ve hedeflerini oluşturmasını sağlar.
Kimlik duygusunun kazanılması
Kişinin toplumsal yerini, mesleksel konumunu ve cinsel kimliğini tanımaya, yerine oturtmaya çalıştığı bir dönemdir gençlik ve bu çabaya “kimlik bunalımı” denir. Dönem boyunca genç “ben kimim?” sorusunun yanıtını arar. Nasıl göründüğünü, nasıl bir insan olduğunu, başkalarının gözünde ve kendi gözünde nasıl algılandığını araştırır durur. Bedeninde ortaya çıkan hızlı büyüme ve değişiklikler ona artık bir erişkin görünümü kazandırmıştır. Başlangıçta vücudunda ortaya çıkan bu değişikliklere uyum sağlamak, ayak uydurmak zorundadır. Erkek çocuk kalınlaşan sesine, kız çocuk yeni büyüyen göğüslerine alışmaya çalışır. Hatta göğüslerini saklamak için kambur duran genç kızları hepimiz görmüşüzdür. Öyle enerjiktir ki genç, dürtüler öyle yoğunlaşmıştır ki, bir ilkokul çocuğunda alıştığımız hızlı uyum gösterme, boyun eğme özelliklerini onda görmemiz zorlaşır. Hızla öfkelenir. Yeni büyüyen bedeninde yeni ortaya çıkan duygularla tanışmakta, kendi cinselliğinin farkına varmaktadır. Böyle olunca önceki dönemdeki gibi kendi duygularının üstünü örtmesi artık mümkün değildir. Kendini keşfetme, kim olduğunu anlama ve bağımsızlaşabilme adımlarını hızla atmaya başlaması bu dönemin normal özelliklerinin başlamış olduğunu bize gösterir.
Dönemin başında ortaya çıkan fizyolojik değişiklikler, örneğin hormon salınımındaki hızlanma, gencin enerjisinin artması, kendi cinselliğini duyumsaması gibi yaşa özgü görüntülere neden olur ve aynı nedenle gençlerin öfkelenmeleri de kolaylaşmıştır. Bu artan enerji ve coşkusallık erişkin olgunluğuna dönüşmede yaşamsal bir etki oluşturur.
Ergenlik yıllarında zihinsel kapasitede de belirgin bir artış olur. Soyut kavramları anlayabilme neden sonuç ilişkisi kurabilme, yargılama ve sentez yeteneği gelişir. Düşünme yeteneğinin sınırları büyük ölçüde genişlemiştir. Bu yeni durum kimlik duygusunu geliştirebilmesi için uygun bir alt yapıyı gence sağlar. Kimlik duygusunun kazanılması sürecinde; geçmişte yaşanılmış olan çatışmalar yeniden yaşanır. Bu dönemde kendine göre ne olduğu ve ne olacağı ile, başkalarına göre kendisinin ne olduğu sorularına yanıt arar. Kimlik duygusunun üç öğesi; cinsel, toplumsal, mesleksel kimliktir. Dönem boyunca dürtüler yoğunlaşır, genç bir kız ya da erkek olarak nasıl göründüğünü, nasıl hissedip, nasıl davranması gerektiğini anlamaya, kısacası kendi cinselliğini tanımaya çalışır. Benzer şekilde toplum içindeki yerini, arkadaşlar arasında üstleneceği rolleri, sosyal becerilerini, başkaları tarafından nasıl görünüp toplum içinde nasıl bir yer bulabildiğini anlama çabasındadır. Belli bir mesleğe yönelme kimlik duygusunun önemli bir öğesidir. Kimlik duygusunun gelişimi, tüm ruhsal yapıların yeniden şekillenmesi, çocuğun zihninde bölük pörçük duran duyguların ve düşüncelerin bütünleştirilerek daha sağlam bir yapıya dönüştürülmesi anlamına gelir. Dönemin oldukça uzun bir çalışma gerektirdiğini unutmamak gerekir. Bu sağlam yapı oluşana dek genç oldukça kırılgan, hassas bir dönemden geçer. Kendisine olan ilgisi artmıştır, benmerkezcidir. Sürekli kendisi ile meşguldür. Aynanın karşısından ayrılmaz. Gözünü, kaşını, ağzını, burnunu, vücudunun nasıl göründüğünü inceler durur. Beğenmediği bir yanını gördüğünde telaşa kapılır. Tek tek saptadığı olumsuzlukları genelleştirir. Böyle anlarda olumlular geçerliliğini kaybeder. Bir anda yetersizlik duygusu ortaya çıkabilir. Yüzündeki bir tane sivilce nedeniyle dünyanın sonu gelmiş duygusuna kapılabilir. Beden görünümünü, beden sınırlarını keşfetmeye çalışmanın yanı sıra, genç düşünce ve duygularını da anlamaya çalışır. Beğenilerini, eğilimlerini, yetenek ve sınırlılıklarını anlayabilmesi için, arkadaşlarının olduğu ortamlarda kendini sınaması gerekir. Bu durum hem akademik alanda, hem de sosyal alanda kendi yeterliliğini anlamaya çalışması anlamına gelir. Nasıl konuştuğu, elini kolunu nasıl koyacağı, duygularını nasıl ifade edeceği, kendi düşüncelerini nasıl savunacağını düşünüp durur. Aynı zamanda nasıl göründüğünü de dert eder. Başkaları, özellikle arkadaşları onu nasıl görmektedir? Yeterince beğenilip onay görmekte midir, sevilip aranmakta mıdır? Arkadaşlarının arasında grup içinde kendini göstermek, sesini duyurmak, önemsenmek gereksinimi vardır. Hangi rolde iyi ve yeterli, hangi rollerde sınırlı olduğunu belirleme çabaları içindedir. Bu saptamalar onu kimi zaman yüreklendirir, isteğini arttırır, kimi zaman da vazgeçmeye, geri durmaya iter. Böylece genç kendi sınırlarını keşfeder ve gerçekçi hedeflere yönelebilir. Bu hedefler mesleki olanları içerdiği kadar, yaşamın bütün diğer alanlarını da içermelidir. Okul yaşantısı boyunca başarısız olmuş, çalışma ve üretmenin tadını yakalayamamış, hiçbir mesleki amaç geliştirememiş bir gencin durumu ne kadar kaygı vericiyse, tüm gençliğini ders çalışarak geçirmiş, yaşıtları arasında az çok bir yer bulamamış, toplumsal sosyal alanlarda kendi rolünü ve yerini saptayamamış bir gencin durumu da, okulda çok başarılı olsa da kaygılanmamızı gerektirebilir. “Kimlik bunalımı” her gencin değişik yoğunlukta yaşadığı doğal bir süreçtir. Bu süreç boyunca duygu ve davranışlarında değişiklikler göze çarpar, iç dünyasında yürütmekte olduğu çalışmaların dışa vurumudur bu değişiklikler. Eskisine göre daha hırçın, daha alıngandır. Arkadaşlarına yönelmiştir. Kendisiyle ve arkadaşlarıyla aşırı meşgul olması, dışardan bakıldığında bencilleştiği düşüncesini doğurabilir. Anne babalar çocuklarını “bizden uzaklaştın, aklın hep başka yerlerde, evde yeterince sorumluluk almıyorsun,......” şeklindeki cümlelerle eleştirebilirler. Çocuklarının günün modasına uymaya çalışması, erişkinlerin hiç de beğenmeyeceği bir giyim tarzı ve saç stilini benimsemesi, gürültülü müzikler dinlemesini aileler yadırgayabilir. Hatta endişeye kapılabilirler. Oysa bu görüntüler dönemin normal özellikleridir. Dönem boyunca çocuğumuzun duygularında önceden kestiremeyeceğimiz hızlı dalgalanmaların olduğunu görebiliriz. Birkaç dakika önce neşeyle etrafta dolaşırken, bir arkadaşı ile yaşadığı ufak bir sorunun ardından tümüyle karamsar, üzüntülü, sinirli bir görüntü verebilir. Duyarlıdır. Bir öğretmeninin bir sözünden kendini aşağılanmış hissedebilir. Ani tepkiler verip öfkelenen gençlerin yanı sıra, hızla içine dönen, duygusallaşan, kendini geri çekenler de vardır. Duygulardaki bu dalgalanmalar, zaman zaman ortaya çıkan yetersizlik duyguları, eleştiriye duyarlılık, zaman zaman kendinden kuşkuya düşme dönemin normal sıkıntılarıdır. Dürüstlük, doğruluk, tutarlılık arayışı vardır. Bir yandan da çevreye uyum sağlama, arkadaşları arasında yer edinme, tanınma ve onaylanma gereksinimi vardır. Genç değişik ortamlarda kısmen değişik roller içinde bulunabileceğini, değişik tutumlar sergileyebileceğini kabul etmekte zorlanır. Düşünce ve inançlarına sıkı sıkıya bağlıdır, idealisttir. Sorunları nedeniyle izlediğim bir genç bir keresinde “değişik arkadaş grupları içinde değişik düşüncelere katılmış gibi yapıyorum. Hangisinin benim düşüncem olduğunu bilmiyorum. Kendimi kimi zaman iki yüzlü gibi hissediyorum” demişti. Bu sözler, değişik zamanlarda değişik duyguları yaşamanın, veya farklı görüşlere esnek yaklaşabilmenin onda bir sadakatsizlik duygusuna neden olmasından kaynaklanıyordu. Gençlik dönemi bir alıştırma dönemidir. Düşünceler son şeklini alıp yerine oturana dek değişik görüşlere yaklaşma, onları tanıma çabaları olağan hatta sağlıklıdır. Aynı zamanda gençler değişik ortamlarda değişik biçimde davranmalarını da yadırgayabilirler. Oysa böyle davranmamız özünde aynı kişi olduğumuz, bizi biz yapan değişmez özelliklere sahip olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Değişik ortamlarda değişik davranışlar sergileyebiliriz. Örneğin arkadaşlarımız arasında çok daha rahat olur, espriler yapar, her hareketimize dikkat etmek zorunda hissetmeyiz. Ama sınıf ortamında, büyüklerimizin yanında daha farklı, ciddi, dikkatli davranabiliriz. Bu bizim tutarsız, iki yüzlü olduğumuzu göstermez. Her iki durum da bize aittir. Hatta değişik durumlarda değişik rollere girebilme esnekliği uyum kapasitemizi de gösterir. Ama genç kimi zaman bunu böyle algılayamaz, birbirinden farklı duygu ve düşünceleri bir bütünün parçaları olarak göremez, kendini bölünmüş hisseder.
Kimlik oluşumu sürecinde çocukluk yaşantılarının etkileri
Sağlıklı bir kimlik oluşumu geçmiş çocukluk yaşantıları ile yakından ilişkilidir. Bebeklikte temel güven duygusu yeterince oluşmuş bir genç gelecekte iyi şeylerin olabileceği, zamanın iyi şeyler getirebileceği konusunda umut besleme yeteneğine sahiptir. Gencin kimliğini oluşturma sürecinde umut duygusuna gereksinimi vardır. Umudun yitirildiği durumda mücadele etme gücü de olmaz. Karşılaşılan tüm zorluklar yaygınlaştırılır, kötümser, karamsar yaklaşımlar, umutsuzluk ve vazgeçme ile birliktedir. Umut yitimi ilerlemenin önündeki en önemli engellerdendir. Özerklik-karar verebilme, girişimcilik-merak duygusu, çalışma ve yapıcılık-yeterlilik duygusu ile ilişkilidir. Ergenlik dönemi boyunca genç birçok rol seçeneği içinde denemeler yaparken, bu rollerden bazılarını seçip kendisine yön verebilecek bir karar verme becerisine sahip olmalıdır. Çocukluk yılları boyunca aşırı kontrol edilmiş, aşırı korunmuş, edilgen olmaya alışmış bir genç zamanı geldiğinde karar vermekte güçlük çeker ve attığı her adımda kendini bir ikilem içinde bulur. Utanma veya kendinden, yaptıklarından, kararlarından kuşkulanma işini büyük ölçüde zorlaştırır. Çocukluk yıllarında aşırı kurallarla büyütülmüş, soruları geri çevrilmiş, ayıplanmış, suçlanmış bir gençte de merak duygusu yetersiz kalır. Böyle gençler girişim yapması gereken durumlarda geliveren, hiç rahat vermeyen suçluluk duyguları nedeniyle etkinliklere dahil olmaktan kaçınabilirler. Gençlik boyunca zaten kendini sürekli göz altında tutup, zaman zaman da ağır biçimde eleştiren, yetersiz olduğunu hisseden genç, bir de çocukluktan bu tür miraslar getirmişse, ağır suçluluk duyguları baş edemeyeceği zorlukların nedeni olabilir.
İlkokul yıllarında her çocuğun becerilerini kullanmaktan tat almayı öğrenmesi, kendini işe yarar hissedebilmesi ve başkalarının takdir ettiği, onayladığı yeteneklerini keşfetmesine özellikle dikkat etmek gerekir. Bu yıllarda hep başarısız olmuş, bu nedenle çalışma ve sonuçta da yaptıklarından tat alma alışkanlığını kazanamamış bir çocuğu ergenlikte önemli tehlikeler bekler. İyiler arasında bir yeri olmadığı, hiçbir zaman başarılı olamayacağı, beğenilmeyeceği, hatta azarlanıp, dışlanacağını düşünen genç için tek seçenek kötüler arasında yer almak olur, çünkü kimse boşlukta kalmaya dayanamaz. Kendine benzer özellikler taşıyan gençlerle bir araya gelerek, onaylanmayacak, kendine zarar verebilecek etkinliklere katılması hiç şaşırtmamalıdır. Bu nedenle çocukluk yılları boyunca kazanılacak yeterlilik duygusunun önemi çok büyüktür. Tersine aşağılık duygusu geliştiyse risk altındaki bu çocukların geçmiş kırgınlıklarının onarımı için gençlik döneminde yeni bir şans sunulabilir.
Kimlik bocalaması
“Kimlik bocalaması” bunalımın ağırlaşması, geçici de olsa uyumun oldukça ağır biçimde bozulmasıdır. Çeşitli etmenler, kimlik oluşumu sürecinde gencin ruhsal dengesinde ciddi bozulmalara neden olabilir. Hepimiz hayata avantaj ve dezavantajlarla doğarız. Kendimizi iyi hissetmemiz olumlu ve olumsuz koşullarımız içinde sağlıklı bir dengeyi oluşturabilmemize bağlıdır. Kimi etmenler bu dengeyi oluşturmakta zorluk yaratır. Bunlar doğuştan gelen, mizaçla ilgili, yapısal ve bireyin kendine ait etmenler olabileceği gibi, sonradan oluşan yaşamla ilgili etmenler de olabilir. Çocukluk yaşantıları ve gelişim özellikleri, içinde yaşadığımız ailemize ait kimi özellikler, sorun ve çatışmalar, okul, arkadaşlar, sosyal çevre ve toplumsal sorunlar bu dengenin oluşturulmasında etkili olabilir. Kimlik bocalaması da bu tür sorunlar nedeniyle gencin kimlik duygusunun gelişmesinde ciddi sorunlar yaşandığının bir göstergesidir.
Kimlik bocalamasının belirtileri;
Kimlik bocalaması ergenin dönemin gerektirdiği görevleri yerine getirmekte ciddi bir şekilde zorlandığının göstergesidir. Genç ve ailesi için profesyonel bir yardım alma gereksinimi doğar.
İkinci bireyleşme süreci olarak ergenlik
İnsanın biyolojik doğumu dünyaya gelmesiyle gerçekleşir. Psikolojik doğumun ise üçüncü yaşların sonunda annesi ile ikili ilişkiden kurtulması, kendini ayrı bir birey olarak duyumsaması, kendi sınırlarını diğerlerinden ayırması ile gerçekleştiği kabul edilir. Toplum içine ayrı bir birey olarak doğabilmek için ergenlik sonunu beklemek zorunda kalacaktır. Genç ancak, anne ve babasından ayrılıp kendi doğrularını yetenek ve sınırlılıklarını, değer yargılarını, düşünce ve inanışlarını belirleyerek ve kendisi için belli bir ülkü oluşturup bir amaca yönelerek toplumsal anlamda ayrı bir birey olmayı başarmış olur. Kimlik duygusunun sağlıklı oluşması için bireyleşme sürecinin tamamlanması gerekir. Gençlik dönemi ikinci bireyleşme dönemi olarak da adlandırılır (ilk bireyleşme üçüncü yaş sonunda tamamlanır). Bireyleşme süreci birbiriyle yakından ilişkili iki yaşantıyı içine alır;
Gelişimsel görev “bağımsızlaşma”dır. Bunun başarılabilmesi için gencin anne babasına eski bağımlılığını bırakması; onlardan belli ölçüde uzaklaşarak, kendini, onları, yaşamı şimdi daha büyümüş ve genişlemiş düşünme, yargılama, sentez yapabilme yeteneğini kullanarak yeniden gözden geçirmesi gerekir. Anne babadan bu uzaklaşma gereksinimi genci aynı zamanda aniden gelen bir boşluk içinde bırakır. Eskisi kadar bağımlı olma iznini zaten yaşam da vermez gence. Evde sık sık çocuklarımıza “sen artık büyüdün, çocuk gibi davranma” mesajını içeren sözler söylemez miyiz? Bu nedenle bağımsızlaşma hem bir gereksinim, hem de bir zorunluluk olarak gencin karşısına birdenbire çıkmıştır, ve genç bir anlamda bir yalnızlık içine düşürmüştür. Şimdi bu yalnızlık ve boşluğu dolduracak yeni ilişkilere gereksinim vardır. Genç ilişki gereksinimini doyurmak, boşluk duygusundan kurtulmak, öz saygısını destekleyebilmek için arkadaşlarına yönelir.
Bağımsızlaşma yakınları ile tüm bağlarını koparma anlamına gelmez. Tersine önceki yıllarda sağlıklı bağlanma yapabilmiş gençlerin bağımsızlaşma adımlarında daha az zorluk yaşadıkları, çok ağır çatışma ve sorunlara gerek olmadan sakin ve rahat bir şekilde kendi sınırlarını ebeveynlerinden ayırarak, ayakları üzerinde duracak duruma gelebildikleri kabul edilir. Ergenlik dönemi boyunca bağımsızlaşma yönünde çalışması gerekir gencin ve bu nedenle “sanki bağımsızmış gibi” davranır. Sağlıklı ilerleyen bir süreçte genç adam yerine konmak ister, sözünü geçirebilmek için kimi zaman biraz isyankar davranır, bunlar kendi düşüncelerini ayırma çabalarıdır. Ancak dönemin sonuna kadar gerçek bağımsızlık henüz söz konusu olmadığından, gencin ruhsal yapıları yeterli olgunluğa erişmediğinden zaman zaman anne babasına yeniden yaklaşıp onların desteğini almak ihtiyacı duyar. Bu bir nevi yakıt ikmalidir, bir süre dışarıda yeni rollerde kendini denemiş, kimi zaman başarılı hissedip, kimi zaman da engellenme ve hayal kırıklığı yaşamış ve bunları yaparken biraz da gücü tükenmiş olan genç, şimdi yeniden güven depolamak için en yakını olan kişilerin yardımına koşacaktır. Anne babaların gençle ilişkilerini, gencin gerektiğinde biraz uzaklaşmasına, ama sonra da kendilerine yeniden yaklaşmasına izin verecek bir sıcaklıkta tutmaları dönemin daha az sancılı ve daha sağlıklı geçirilebilmesi açısından çok önemlidir.
Bireyleşme süreci salınımlı bir süreçtir. Yani genç bir yönden diğer bir yöne, bir kutuptan diğerine gidip gelmeler gösterir, birbirine karşıt duygular yaşanır. Genç sevgi ile nefret duyguları arasında gider gelir. Bir yanda bağımsızlık çabaları, diğer yanda bağımlılık arayışı vardır. Erkeksi yönleriyle kadınsı yönlerini tanımaya çalışır. Uçlarda dalgalanmalar yaş için olağandır. Bireyleşme süreci boyunca, değer yargıları, ahlak kuralları, kısacası gencin vicdanı da önemli değişikliklere uğrar. Bireyleşme süreci tamamlanana kadar aşırı doğruculuk, yargılarında keskinlik, mutlak doğrulara inanma, yüceltme ve değersizleştirmeler, esnek olmayan kurallar söz konusudur. Dönem boyunca katı tutumlar esnetilir ve değer yargıları daha olgun, yumuşak bir biçim alır.
Bireyleşme süreci boyunca genç, geçmişteki ebeveynini şimdi daha gerçekçi bakış açısıyla yeniden değerlendirir. Çocukluk ideallerini geride bırakır. Böylece anne babasından onların mükemmel olmalarını beklemeyi de bırakır. Onları iyi yönleri ve kusurları ile kabullenebilecek bir olgunluğa erişir. Şimdi hem kendine ilişkin, hem de yakınlarına ilişkin ülkülerini dış gerçeğe uyacak şekilde değiştirir. Eğer kendi potansiyeline uygun gerçekçi ülküsel amaçlar içselleştirilirse “özgüven duygusu” sürdürülebilir. Olgunluk derecesi; “bireyleşme sürecinin” ne kadar ilerlediğine bağlıdır. Bireyleşme “büyüyen insanın ne yaptığı ne olduğu konusunda giderek artan sorumluluk alması” anlamına gelir. Tüm sorumluluğu ebeveyne ve diğer önemli kişilere yüklemek, bunları karşı konamaz olarak algılama, amaçsızlık ve yabancılaşma ile sonuçlanır. Karşı koyabilme olgunlaşmanın göstergesidir. Ebeveynden sağlıklı ayrışmada yetersizlik olduğunda, bu durum gençlik döneminin bitimine kadar çözümlenemezse, yani insan ebeveyninden kendini biraz uzaklaştırıp, kendini ve onları olumlu ve olumsuz yönleriyle tanıyıp kabullenmeyi başaramazsa, çeşitli sorunlar kendini gösterir. Böyle bir kişi ya erişkin yaşamın gereklerini yerine getiremeyecek bir bağımlılık içinde kalır. Birçok erişkin rolünde aksamalar ortaya çıkar. Kendi doğruları, kendi kararları yoktur. Diğer bir olasılık da ebeveyni ve dolayısıyla kendisi ile çatışmalarını çözememiş, onları ve dolayısıyla kendisini olduğu gibi kabullenememiş ve değiştirme çabalarını bırakamamış, olumsuz duyguları olumlu olanlarla bütünleştirememiş bireylerde ortaya çıkar. Kendini içsel olarak onlardan ayırmadaki güçlük nedeniyle, fiziksel olarak uzaklaştırma, kaçma, değersizleştirme, itibardan düşürme, yaşadığı şehri, ülkesini bırakıp gitme gibi çözümler oluşturulur. Ancak bu şekildeki uzaklaşmalar da gerçek bir bütünlük duygusu, iç huzuru ve özgüven duygusunu içinde barındırmaz, tedirginlik ve sorunlar sürer gider.
Ebeveynin rolü
Gencin kimliğini oluşturma, ruhsal ve duygusal olarak farklı bir kişi olma çabasının başarılı olması için ebeveynin de desteği gerekir. Kendi bireyleşme sorununu çözümlememiş ve belli bir düzeyde duygusal olgunluğa ulaşmamış ebeveyn çocuğun bağımsız olarak düşünmesini bir tehdit olarak algılar. Ergenlik boyunca hem genç hem de ailesi neredeyse eşit güçte bir kriz yaşarlar. Genç yeni bastıran yoğun duyguların etkisi altındadır. Erişkin durumundaki ebeveyn yaşamını anlamlı, kendini ruhsal ve sosyal açıdan üretken ve değerli hissedebilmek için en değerli olan, kendini adadığı çocuklarının şimdiki durumları ve başarıları ile yoğun olarak ilgilenmektedir. Çocukların başarısı onların başarısı, çocukların sorunları ise onların sorunlarıdır adeta. Yaptıklarıyla övünür, yapamadıklarında başarısızlık, hatta suçluluk hissederler.
Ebeveyn de ergenle eşit güçteki bir krizi yaşamakta olduğundan, çocuğun bireyleşme ve özerklik yönündeki çabalarını sabote edebilir. Böylece duygusal anlamda bir kayıptan kaçınmış olur, kendisini yaşlanma ve rollerin yeniden değişmesi konusunda rahatlatabilir. Kendi bireyleşme sorununu çözümlememiş bir ebeveyn kontrolü ve gücü elinden bırakmak istemez. Çocuğun bağımsız olarak düşünmesini bir tehdit olarak algılar. Bilerek veya istemeden engeller koyar.
Yaşıt Grubu:
Yaşıt grupları erken çatışmalarını çözümlemeye çalışan gence yargılayıcı olmayan bir destek sağlar. Yaşıt ve grup ilişkilerinde “pratik yapma niteliği” vardır. Bu zaman için oluşturulur, sürekli bir bağlantıyı gerektirmez. Bu özellik bazen anne babalarda endişeye eden olur. Gencin sürekli arkadaş ya da sevgili değiştirmesi, sebatsızlık, tutarsızlık gibi değerlendirilebilir. Özellikle kız erkek arkadaşlığında ahlaki kaygılar ortaya çıkabilir. Oysa bu yaştaki arkadaşlıklarda gerçek bir cinsellikten çok karşı cinsle ilişkide kendini, karşı cinsi tanımak, duygularını ayrımlaştırmak, sınırlarını belirlemek gibi amaçlar ön plandadır. Ergenlerin yaşıt grubuna katılımları, arkadaş aramaları birçok nedenden dolayı bir gereksinimdir, bir zorunluluktur. Yaşıt grubunun ya da arkadaşın önemini artırarak yavaş yavaş ebeveynlerin yerini alması ergenlik döneminin bir gereğidir. Bunu değerlendiremeyen anne babalar çocuklarının kendilerinden uzaklaşmalarını, sürekli yaşıtlarının yakınında oluşlarını, kaygı ve kuşku ile karşılayabilir. Hele kendi ayrışma sorunlarını çözememiş ebeveynlerde, çocuklarının uzaklaşma eğilimleri yoğun kaygıya neden olabilir. Bir de üstelik gençler evdekilere yabancılaşmış gibi davranırlar. Anne babaya yönelik eleştirilerin dozu artar, bunlara katlanmak kimi zaman gerçekten zor olur. “Benim çocuğum böyle değildi arkadaşlarından etkilendi, kötü arkadaşları onun da huyunu bozdu” benzeri yakınmalar hiç de az değildir. Oysa arkadaşların genç için, gelişimi destekleyici, yeniden yapılanmayı kolaylaştırıcı işlevleri vardır.
Gençlik dönemi çok olumlu özellikleri içinde barındırır. Yaşam boyunca yaratıcılığın en yüksek olduğu, duyguların coşkuyla yaşandığı, idealizmin, doğruluk ve dürüstlük arayışının ve içtenliğin en belirgin olduğu bir dönemdir. Böyle bir süreçte arkadaş ortamı esprinin, yaratıcılığın, empati-eşduyum gibi olumlu özelliklerin bolca yaşandığı bir alan olma özelliği taşır. Anne babasından uzaklaşan genç bir ölçüde boşlukta kalmıştır. Birdenbire geliveren bir hüzün duygusu, nedenini bilmediği bir iç sıkıntısı gencin yakasına yapışıverir. Böyle bir kayıp ile başa çıkmaya çalıştığı bir sırada arkadaşları bir can simidi gibi imdadına koşarlar. Bir ayna gibi işlev görür adeta yaşıtlar. Onların arasında bir çok gözlem yapma, değişik tutum ve davranışları deneme olanağı bulur ve görgüsü artar. Arkadaşlar bir tür geçiş nesnesi işlevi de görürler. Ebeveyninden kendini ayırma gayreti içinde olan gence dış dünya ile bütünleşmede, topluma katılabilmede aracılık ederler, deneyim olanağı sağlarlar. Duygulardaki dalgalanmalar arkadaş ilişkilerinde de kendini gösterir. Genç bir an çok bağlandığı arkadaşından ertesi gün uzaklaşabilir. Hızla başlayıp, hızla biten aşklar yaşanabilir. Böyle değişik duyguların yaşanması, giderek gencin kırılganlığının, alınganlığının azalmasını, onun olgunlaşmasını, deneyim kazanmasını, kendi sınırlarını ve diğerlerininkini tanımasını ve ayırt etmesini mümkün kılar. Bir gruba ait olma duygusu da dönem boyunca çok önemlidir.
Ebeveynden bir ölçüde uzaklaşma, daha çok arkadaşları ile vakit geçirmeyi isteme dönemin normal özelliğidir ve kaygılanmayı gerektirmez. Ancak kimi gençlerin kendilerinden veya ailenin tutumundan kaynaklanan nedenlerle, dış dünyaya açılmada isteksiz davrandığı, anne babasının dizinin dibinden ayrılmadığı durumları da görürüz. Böyle durumların nedenlerini anlamaya çalışmakta yarar vardır. Çünkü karşı koyabilme olgunlaşmanın bir gereğidir. Böyle ergenler, bir ölçüde başkaldırma ve karşı koyma yoluyla kendi bireysel sınır ve eğilimlerini keşfetmek yerine, uyum ve boyun eğiciliğin ağırlıkta olduğu bir tutum sergilerler. Bu tür durumlarda kimlik duygusunun oluşum süreci erken tamamlanır. Genç yeterince sorgulamadan, kolaycı bir yöne gitmiş, erken bağlanma yapmıştır. Böyle oluşmuş bir kimlik duygusu kendi içinde çelişki ve uyumsuzlukları barındırabilir. Genç aslında kendisine ait olmayan kimi düşünceleri de benimsemiştir, ayrımlaşma, kendini tanıma yetersiz kalmıştır. Erişkin yaşamdaki mutsuzluklar, gerginlikler, ilişki sorunları, kendi kararlarını vermede yetersizlik, her alanda doyumsuzluk ve memnuniyetsizlik, işinden, eşinden, yaşamından sürekli yakınma gibi sorunlara neden olur.
Okul:
Okul ergenlik döneminde “geçiş nesnesi” işlevi görür. Gencin sadece dersleri öğrendiği akademik bir ortam değildir. Sosyal becerilerin kazanılması, topluma katılarak bir birey olmanın hissedilmesi öncelikle okul ortamı içinde olur. Genç arkadaşlarını en çok okul ortamı içinde bulur, yakınlaşır. Birçok yeni özdeşim yapma olanağını da sağlar okul. Arkadaşlar yanı sıra, ebeveyninden uzaklaştığı için bir kayıp duygusu yaşayan, biraz da boşlukta hisseden genç için bir öğretmenin yüceltilmesi örnek alınması çok sık rastladığımız bir durumdur. Öğretmene yapışma, ona hayranlık duyma, onun peşinden gitme eğilimi gençlerin sorunlarının çözülebilmesinde de çok önemli bir fırsat sağlar. Ebeveyniyle çatışmak zorunda olan, bu nedenle sanki bağımsızmış gibi davranan, ama gerçekte yönlendirilmeye, rehberlik almaya büyük gereksinimi olan genç için öğretmeni bir cankurtaran rolü oynayabilir. Maalesef okullarda yönetimin öğrencilerden beklediği çoğunlukla disipline uyma ve başarılı olma ile sınırlı kalmaktadır. Böyle bir beklenti etkin, sorgulayan, bazen de gürültücü bir sınıf ortamı yerine, pasif, boyun eğen öğrencilerden oluşan bir sınıf ortamının yeğlenmesi sonucunu doğurabilmektedir. Bağımlı öğrenci davranışı bağımsız olana yeğlenir. Karşı koyanlar böyle bir sistem içinde dışlanır, ağır biçimde eleştirilebilir. Eleştiriye duyarlılığın arttığı, grup içinde kabul görmenin öneminin arttığı, başkalarının gözündeki yerini sürekli sorgulayan bir genç için bu tür bir dışlanma ve eleştiri hiçbir olumlu etki sağlayamaz. Tersine isyan duyguları içindeki gencin öfkesi ve uyumsuzluğunda artış ortaya çıkar. Giderek durum bir kısır döngü haline gelebilir. Yönetimle sorunların gencin olumsuz tutumlarından kaynaklandığı kadar, okulun uygun yaklaşımlarla genci kazanmaya çalışmasındaki eksikliklerden de kaynaklandığına günlük pratikte sıkça tanık oluyoruz. Oysa ezberci öğrenim, bağımlılığın desteklenmesi, gencin yaratıcılığını ve sosyal gelişimini olumsuz etkiler. Sorunları olanların da tamamen toplum dışına itilmesine risklerin artmasına neden olur.
Akademik başarı ile ilgili alanların geliştirilmesi, diğer alanların ihmal edilmesi başka önemli sonuçları da beraberinde getirmektedir. Öğrencilerin okullarda işbirliğinden çok yarışmayı öğrenmesi, arkadaşlar arasında gerçek yakınlaşma ve dayanışma duygularının gelişmesinin önünde bir engel oluşturmaktadır. Depresyonda olan bir hastama bir arkadaşı destek olmaya çalışırken, diğer bir tanesi “boş ver yarışta bir kişi eksik olur” karşılığını vermişti. Sevgi ve destek olma duygusundan yoksun, sadece öne geçme ve yarışma duygularının beslendiği bir ortamda gençlerin rekabet duyguları kendilerini geliştirip başarılı olma değil, birbirini ezme, birbirinin önüne geçme şeklinde yönlendirilmekte, yapıcılıktan uzak, yıkıcılığın ön planda olduğu bir ortam oluşturulmaktadır. Böyle bir ortamda okullarda öğrencilerin sınıf geçme uğruna kişilik bütünlüğünü bozucu, çoğunlukla pek dürüst sayılmayan yollara başvurması da yaygınlaşır.
Öğretimde bilgi kazandırmaya önem verilmesi, bu bilginin ne anlama geldiği üzerinde durulmaması da önemlidir. Genç insan çalıştığı işi anlamsız bulursa, toplum ve kendisi için bir değer taşımadığına inanırsa kendini işe yaramaz hisseder. “Çalıştığım işten hiçbir zevk almıyorum”, “çalıştıklarım ne işime yarayacak ki?”, “öğrendiklerimizin ne anlamı var ki?”, “yaptığım işin kime yararı var ki?” gibi sorular zihnini kurcalar. Gençte isteksizlik, zevk alamama, boşluk, anlamsızlık duyguları ortaya çıkar. Bir yandan da toplumda sürekli tüketim duygusu destekleniyorsa, bu durum sonuçta bireyin kendisini de yok edeceği, bir şey üretmeden sürekli harcama ve yok etme davranışına götürür. Bir grup gencin hiçbir toplumsal konuya, ciddi bir uğraşa ilgi duymadan sadece doyuma, eğlenceye ve harcamaya yöneldiği ortamlara da ne yazık ki rastlıyoruz. Böyle bir ortamın gerçek bir doyumu sağlayabilmesi olanaksızdır. Yaratıcılığın, üretkenliğin önemini yitirdiği, hiçbir engellenmenin olmadığı, sınırsız bir alma eğiliminin yaşandığı bu tür durumlar, gerçek bir olgunlaşmayı mümkün kılmaz. Bencillik, amaçsızlık, boşluk, yabancılaşma ve sonuçta mutsuzluk kaçınılmazdır.
SONLANIŞ
Ergenlik dönemi buluğa erme ile başlar. Ancak bitimi için böyle bir biyolojik olay ya da belirleyici olmadığından hangi yaşta sonlanacağını söylemek zordur. Gencin biyolojik ve toplumsal anlamda üretken hale gelmesi, kendi doğrularını, yönünü belirleyip belli bir hedef doğrultusunda kendi sorumluluklarını üstlenecek bir kapasiteye ulaşması ergenliğin bitmekte olduğunun habercileridir. Dönemin sonunda dünyayı iyiler ve kötüler olarak ikiye bölmeyi bırakır genç. Siyah ve beyaz olarak algılamak yerine grilere izin çıkmıştır. Bu durum hem kendisini değerlendirirken, hem de yakınları ile ilgili düşünce ve ilişkilerinde değişikliklere neden olur. Yüceltme ve değersizleştirmeler ortadan kalkar. Bireyleşme süreci tamamlandığında, insan ebeveynini yeterince iyi olarak görebilmeye veya en azından kusurlarına karşı daha merhametli yaklaşabilmeye başlar. Geçmişte yücelttiği, kimi zaman da çok kızıp değersizleştirdiği anne babası şimdi daha gerçekçi bir gözle değerlendirilir. Bireyin gerçekçi potansiyeline uygun ülküsel amaçlar (idealler) benimsenebilirse, erişkinlikte özgüven duygusu sürdürülebilir.
Birçok zaman erişkin yaşlara geldiği halde ergen özellikleri gösteren kişilere rastlayabiliriz. Kararlarından memnun olmayan, kendini huzursuz, tedirgin ve mutsuz hisseden, sürekli ilişkiler oluşturamayan, hiçbir amaca tam olarak yönelemeyen, sadakatle bağlanmayı gerçekleştiremeyen, belli bir olgunluk ve bütünlük duygusuna ulaşmamış kişilerdir bunlar. Bu tür belirtiler ergenlik döneminin sağlıklı olarak yaşanıp sonlandırılmasında yetersizlik olduğunun göstergesidir. Yani böyle kişiler kendini diğerlerinden ayrımlaştırmada, kendi sınırlarını belirlemede, kendi yetenek ve sınırlılıklarının bilincine varıp olumlu ve olumsuz öğeleri bütünleştirmede yetersizlik gösterirler. Kişiler arası ilişkilerde başarısız olurlar, çünkü esneklikleri yoktur. Diğerlerini de iyi ve kötü yanları ile kabullenemezler. Süreklilik duygusu yetersiz kalmıştır. Geçmişlerini iyi ve kötü yönleri ile kendilerinin bir parçası olarak görüp kabullenmekte zorlanırlar. Yani ergenlik boyunca hem yeterli değişimleri gerçekleştirememiş, hem de geçmişle sağlıklı bağlantıları yerine oturtup süreklilik duygusuna erişememişlerdir. Böyle değişmiş ve gelişmiş bir ruhsal yapının varlığında sağlıklı bir kimlik duygusunun yerleşmesi de eksik kalmıştır. Bireyleşme sürecini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilen kişiler ise, şimdi geçmişle daha sağlıklı bağlar oluşturabilirler. Kendi geçmişiyle barışmış, kendine ait olduğunu bildiği doğrularına şimdi daha gerçek bağlarla sarılmıştır. Kısacası bireyleşme ve kimlik duygusuna ulaşma, yakınlaşmayı mümkün kılar, sadakat ve bağlanma duygularını geliştirir, pekiştirir. Böylece insan karşı cinsle daha sağlıklı yakınlaşmalar yaşayabilir, aidiyet duygusu gelişir, değer yargıları, düşünce ve inançlarında bir tutarlılık ve süreklilik oluşur.
KAYNAKLAR