Sınav stresi farklı anlamlarda kullanılabilen bir kavramdır. Bazen sınav öncesinde ve sınav sırasında yaşanan heyecan duygusunu, bazen de sınav öncesi başlayan ve yoğun biçimde yaşanan kazanamama endişesini tarif etmek için bu kavram kullanılmaktadır. Birbiriyle ilişkili olsa da, bu iki endişe/heyecan türünü ayrı ayrı ele almak gerekir.
Sınav öncesi yaşanan heyecan duygusu kişiyi bir süre sonra karşılaşacağı zorlu duruma hazırlayan dikkatin tamamen önündeki işe yoğunlaşmasını sağlayan aslında yararlı bir fizyolojik mekanizmadır. Tetikte olması ya da mücadele etmesi gereken durumlarla karşılaştığında, her insanda bu mekanizma uyarılır ve çoğu zaman işlevini yerine getirdikten sonra bu duygu kaybolur. Heyecan duygusunun işlevi kişinin tüm dikkatinin sınava yoğunlaşmasıdır. Eğer sınava giren genç heyecan duygusu ile mücadele etmek, ondan kaçınmaya çalışmak, dikkatini bedeninde heyecan duygusu ile birlikte ortaya çıkan kalp çarpıntısı gibi belirtilere vermek yerine tamamen önündeki soru kağıdına ve yapacağı işe odaklarsa bir süre sonra kendisi farkına bile varmadan heyecanı kaybolacaktır.
Başarısızlık kaygısından kaynaklanan daha uzun dönemli endişe hali ise farklı bir durumdur. Uzun dönemde ve çok şiddetli biçimde yaşandığında depresyon, okul reddi gibi ruhsal rahatsızlıklara, psikosomatik hastalıklara neden olabilir. Bazı gençler başarısızlık korkusunu kendileri için sınava hazırlanmayı sağlayan bir motivasyon aracına dönüştürmeyi başarırlar. Kaygı onların daha iyi, daha düzenli çalışmalarını sağlar, çünkü kaygının böyle bir işlevi de vardır. Uygun bir stres düzeyinin başarıyı arttırdığını gösteren bilimsel çalışmalar, sınavla ilgili hiç kaygılanmayanların ve aşırı kaygılananların başarı düzeyinin düştüğünü, buna karşılık uygun bir dozda kaygının başarıyı arttırdığını düşündürmektedir. İşte bu dozlarda, başaçıkılabilir ölçüdeki kaygının bir zararı yoktur. Kişinin zorlu bir işe hazırlandığını, enerji harcadığını, başarma azmi içinde olduğunu gösterir. Gelişim sürecinde her zaman zorluklarla başa çıkmak kişinin bir aşama daha olgunlaşmasını ve kendine güven kazanmasını sağlar. Gençler enerjilerini verimli biçimde kullanırlarsa bu sınavdan ve sınava hazırlık sürecinden olgunlaşarak çıkarlar. Her toplumda gençlerin önüne bu tür sınavlar konduğunu unutmamak gerekir. Gençlikten erişkinliğe geçiş süreci her toplumda kişinin erişkin tipi sorumluluk almaya hazır olup olmadığını sınayan bir dizi sınav içermiştir. İlkel toplumlarda, örneğin “gece ormanda yalnız kalmak” gibi ritüellerle gerçekleştirilen bu sınavlar günümüzde başka türlü sınavlara dönüşmüştür. Bu yüzden de üniversite sınavını yaşamda karşılaşacakları birçok sınavdan bir tanesi olarak görmek, yaşamın tek sınavı olmadığını da iyi anlamak gerekir.
Hem heyecan duygusu hem de sınav öncesi yaşanan uzun süreli stresin gencin başaçıkma becerilerini aştığı durumlar tabii ki vardır. Eğer gencin daha önceden gelen bunaltı bozukluklarına yatkınlığı varsa, akademik başarı ile ilgili sorunlar daha önceden beri süregeliyorsa ya da başka ruhsal sorunlar varsa o zaman stres düzeyleri gencin kapasitesini aşıp daha ciddi ruhsal ve bedensel belirtiler ortaya çıkmasına neden olabilir. Buna ek olarak ailenin aşırı beklentileri, aile içi sorunlar, arkadaş ilişkilerinde sorunlar gibi süregiden sorunlar varsa sınavla ilgili kaygılar bazen bardağı taşıran damla olabilir ve ruhsal belirtiler ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Bu tür altta yatan başka sorunlar olmadığı zamanlarda sınav stresinin ruhsal hastalık belirtilerine neden olması beklenen bir durum değildir.
Üniversite sınavı ile ilgili olarak asıl düşünülmesi, üzerinde konuşulması gereken konu ergenlik döneminin uygun gelişimini bozan ve bu yolla sınav stresiyle başa çıkmayı zorlaştıran ana etkenin eğitim sistemindeki sorunlar olduğudur. Ergenlik kişinin fiziksel, sosyal ve zihinsel açıdan çok hızlı gelişim gösterdiği bir dönemdir. Bu gelişmenin de uygun çevresel koşullarla desteklenmesi gereklidir. Gençlerin kendilerini geliştirmek için daha çok spor yapmaya, arkadaş grupları ile vakit geçirmeye, kendilerini tanımaya, kendi dünya görüşlerini geliştirecek biçimde okumaya ve tartışmaya gereksinimi vardır. Ancak ülkemizde ergen gelişimi açısından çok önemli bir dönem olan 15-18 yaş döneminde gençler neredeyse bütün boş zamanlarını dershaneye giderek harcamaktadırlar. Dershane sektörü ailelerin ve gençlerin kaygısı üzerinden kazanan bağımsız bir ticari sektör haline gelmiştir. Gencin sınava hazırlık için ayırması gereken zaman dershane sisteminin de körüklemesi ile giderek artmakta, ailelerin bu işe harcadığı para da buna paralel olarak artmaktadır. Bu durum da ailenin ve gencin beklentisini ve dolayısıyla da stresini giderek arttırmaktadır.
Üniversitelerin kendilerine uygun öğrencileri seçmelerini sağlayan eleme sistemleri tüm dünyada vardır. Ancak bizde olduğu şekilde gençlerin tüm zamanını alan bir dershane sistemi dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu yüzden ülkemizde liselerde gençlerin okul sistemi içinde sınava doğal olarak hazırlandıkları, kendilerine uygun iş alanlarına yönlendirildikleri, motive edildikleri yeni bir eğitim sistemi öncelikle oluşturulmalıdır.
Prof. Dr. Emine Öztürk Kılıç Türkiye Psikiyatri DerneğiGelişim Psikopatolojisi Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü