TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN BÜLTENİ: SAVAŞLARIN YOL AÇTIĞI RUHSAL YIKIMLAR

psikiyatri.org.tr /

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN BÜLTENİ
 
 
“SAVAŞLARIN YOL AÇTIĞI RUHSAL YIKIMLAR”
 
 
 
Ansiklopedilerde savaş “devlet, ulus gibi siyasal birimler arasında yada aynı devlet, aynı ulus içindeki rakip siyasal güçler arasında genellikle açık ve ilan edilmiş olarak yürütülen silahlı çatışma olarak tanımlanmaktadır. Ama özünde bu tanımdan çok öte bir anlam taşır. Savaş insanların ölmesi, yaralanması, sakat kalması, yaşamını yitirmesi demektir. Ailesini yakınlarını dostlarını kaybetmesi, korku, acı şiddet ve gözyaşı demektir. Savaş, yalnızca bugünkü mağdurlarını değil, süreğen etkisiyle sonraki kuşakları da örseleyecek ağır bir travmadır. 
 
Savaşların tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih öncesi dönemlerde ve ilkel topluluklarda savaş, var kalabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu olarak insan ile doğanın diğer tüm güçleri arasında sürdürülen bir mücadele iken;, modern kapitalist dünyada savaş egemenlik kurmanın ötesinde yeni pazarlar ve pazar ilişkileri oluşturmanın yolu haline gelmiştir. “İnsancıl” gerekçeler tanımlansa ve kutsal isimler verilse bile gerçekte savaş bu çıkar ilişkilerinin bir gereği olarak yeniden üretilen bir süreci anlatmaktadır. Bu egemenlik ilişkisinin ve sömürünün bir noktadan sonra “savaş”a kattığı yeni içerik, “haksız” ve “haklı” savaş kavramları olmuştur. Her ne şekilde olursa olsun savaş, yıkımı, kaybı, yıllarca hiç dinmeyecek acıları içinde barındırmakta; insanlık yalnızca geleceğinin özgürlük, eşitlik ve barış içinde olması umuduyla savaşın bu acılarını, yıkıcı etkilerini kabullenebilmektedir.
 
Yaklaşık 6000 yılı bulan yazılı insanlık tarihinde 15 binden fazla savaş yaşanmıştır. Bu her yıla yaklaşık üç savaş düşmesi demektir. Her 30 yılı bir kuşak sayarsak bu güne dek dünya üzerinde yaşamış 185 kuşağın içinde sadece 10 kuşağın savaşsız bir ömür sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Neredeyse yaşamı boyunca savaş görmemiş ya da tanık olmamış insan yok gibidir.
 
İkinci Dünya Savaşından sonraki “ barış ve huzur ortamında” bile (1945-1992) irili ufaklı 150’nin üstünde savaş gerçekleşmiş ve 60 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirmiştir. Bu sayının 19. yy savaşlarındaki toplam kayıpların iki katından fazla olduğu belirtilmektedir. 1992 yılından bu güne yaşanan savaş ve çatışmalar bu sayıyı neredeyse iki katına çıkarmış, ölen, yaralanan, mağdur olan ve göç etmek zorunda kalan insanların sayısı daha da artmıştır.
 
Savaşın yarattığı ruhsal tahribatın geçici olduğu, zamanla kendiliğinden iyileşeceğine yönelik uzun yıllardır sürdürülen inanç özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Vietnam sonrasında geçerliliğini yitirmiş, savaşın bireyi tüm yaşamında kolay düzelmeyecek izler bıraktığı anlaşılmıştır. Son 30 yılın savaşları, Irak-İran savaşı, Afganistan, ABD’nin Irak’ı işgali ve bunlara eklenebilecek birçok savaş vs. bu sonuçları tüm açıklığıyla gösteren acı yaşam deneyimleri olarak tarihteki yerini almıştır.
 
Savaş bir insanda bir çok  boyutta değişiklik yaratır. Çeşitli ruhsal bozuklukların oluşması ve tetiklenmesi, bireyde şiddet ve saldırganlık davranışlarında büyük bir artışa neden olması, temel insani değerlerin kaybedilmesi, bireyin kendine ve topluma giderek yabancılaşması, gelişmekte olan yeni kuşakların kişilik gelişimi üzerinde olumsuz ve kalıcı değişikliklere neden olması bu değişikliklerin başlıcalarıdır. Savaşlar yalnızca mağdurlarını değil, tv ekranlarından odamıza bir aksiyon filmi gibi giren savaş sahnelerini izleyen insanları, özellikle çocukları da etkileyecek onları da örseleyecektir.
 
Özellikle son yıllarda savaşlarda hedef alınanların, ölenlerin ve yaralananların yaklaşık %90’ını sivil halk oluşturmaktadır. En çok etkilen kesimler çocuklardır. UNICEF 1996 Dünya çocuklarının durumu raporuna göre 1986-1996 yılları arasında gerçekleşen savaşlarda çocuk kurbanlarla ilgili değerlendirmeler iki milyon çocuğun öldüğü, 5 milyon çocuğun sakat kaldığı, 12 milyon çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyondan fazla çocuğun ana babasını kaybettiği ve 10 milyon aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiğini göstermiştir. Savaşlarda sivillerin ve özellikle çocukların daha çok ölmesi ve kayba uğraması, savaşın savaş alanları dışına çıkması, yaşamın ve toplumun tüm alanlarına yayılması anlamına gelmektedir.
 
Çocukların maruz kaldığı savaşların örseleyici yaşantıları - özellikle son on yılın savaşları - ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açmış durumdadır. Unicef’in Saraybosna’da gerçekleştirdiği bir araştırmada çocukların % 50-97’sinin bombardımanlara tanık olmaktan, keskin nişancıların kurşunlarına hedef olmaya kadar ciddi ölüm tehdidi içeren yaşantılara maruz kaldıkları saptanmıştır. Yine Angola’da yapılan bir araştırma çocukların % 66-95’inin işkenceye uğrama ve insanların öldürülüşlerine tanık olma biçimindeki olaylar yaşadıklarını saptamıştır. Bu örseleyici yaşantıların çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsal-toplumsal sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Ne yazık ki son 10 yılın savaşlarında savaşın travmasından etkilenen insanların sayısı çok yüksek olmakla birlikte sayısı bilinmemektedir.
Unicef’in verilerine göre 2002 -2006 yılları arasında tüm dünyada 42 ülkede 1.5 milyondan fazla çocuğun savaşın korkunç dehşetine tanıklık ettiği kabul edilmektedir. Bu çocuklar savaşın içerdiği şiddet ve yüksek yoğunluklu çatışmaların mağduru olmuşlardır.
Tüm dünyada 250.000 çocuk asker yada askeri birlikler içinde aşçılık, cephane taşıma gibi çeşitli görevlerde bulunmakta ve savaşa bir biçimde dahil olmaktadırlar. Bir çok çocuk bombalamalara maruz kalmakta, sıklıkla cinsel ve fiziksel istismarın kurbanı olmaktadırlar.
 
2000 yılında Filistin’in Gazze bölgesinde 7-12 yaşları arasıdaki ilkokul öğrencilerinde yapılan bir araştırmada savaş bağlı olarak ortaya çıkan travma sonrası stres bozukluğunun %42 olduğu çatışmalar bittikten yaklaşık 1 yıl sonra bu oranın %19 gerilediğini göstermiştir. Bu bulgular savaşın sürekliliğinin yarattığı tahribat ve savaşın durmasının ne denli olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir.
 
Amerika ve Iraklı epidemiyologlardan oluşan bir grup tarafından yapılan bir araştırmada Koalisyon güçlerinin Irak’a girişinden 2003 yılı Mart ayına kadara geçen sürece 655 bin den fazla kişinin öldüğü belirlenmiştir. Bu kişilerin 600 binden fazlası savaşın doğrudan yada dolaylı etkiler sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu çalışma sonuçlarına göre Iraktaki ölüm hızı koalisyon güçlerinin Irak’ı işgalinden önce 1000 de 5.5 iken, işgal sonrasında bu oran 1000 de 13.3 e yükselmiştir. Araştırmacılar bu artışı “Aşırı ölüm” olarak tanımlamışlardır. Irakta bildirilen ölümlerin %87 si işgal sonrasındadır. Ölenlerin %75’ini erkekler oluşturmaktadır. Erkek kadın oranı 10 /1 olmuştur. Ölenlerin büyük çoğunluğunu 15-44 yaş arasındaki genç nüfus oluşturmaktadır. Ölümlerin %56’sı silahlı saldırı sonucu yaralanma sonucu olmuştur. Bomba yüklü araba saldırılarında ölenlerin oranı %14, koalisyon askerlerin doğrudan saldırısı ve şiddeti sonucu ölüm oranı %31’dir.
 
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre Irakta 4.7 miyon Iraklı evini terk etmek zorunda kalmıştır. Bu insanların büyük çoğunluğunun insani yardıma ihtiyaç duyduğu belirtilmektedir. 2.7 milyondan fazla Iraklı ülke içinde yer değiştirirken 2 milyona yakın Iraklı Suriye ve Ürdün gibi çevre ülkelere sığınmak durumunda kalmıştır. Azımsanmayacak oranda insan Avrupa ülkelerine mülteci olarak sığınmak durumunda kamıştır. Yine Irakta var olan sağlık sitemi çökmüş, 180 hastanenimn %90 hizmet sunmalarını sağlayacak kaynakları yitirmiş, 2000 den fazla hekim ölmüştür.
 
Irakta ve Ortadoğu’da yaşanan bu savaş çocukları da derinden etkilemiştir. Irakta ve Ortadoğu’da 4.8 milyondan fazla çocuk savaşın doğrudan etkilerinden dolayı ağır beşlenme sorunları yaşamakta, sağlık koşulları çok kötü koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir. Malnutrisyon ve ishalli hastalıklar yaygınlığının her gün arttığı resmi makamlarca ifade edilmektedir. Çocukların %30 dan fazlası yine bu nedenlerle okula gidememekte, aile ve iş ortamında şiddete maruz kalmaktadır. Birinci körfez savaşında da 13 milyon çocuğun risk altında olduğu, 500 bin çocuğun savaştan dolayı ağır beslenme bozuklu yaşadığı ve düşük ağırlıklı saptanmıştır.
 
Savaş yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. Örneğin ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuş,  100 000 kişi başın 4.5’tan 9.3’e çıkmıştır. Savaşa giren toplumlarda şiddet ve saldırı olayları savaştan sonra en az %10 artarken,girmeyenlerde en az % 10 azalma olmuştur. Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış, savaşın sonu yada niteliğinden bağımsızdır. Savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır.
 
Uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye çalışan bir devlet giderek bir şiddet toplumuna dönüşecektir. Bir devletin başka uluslarla problem çözme biçimi, giderek vatandaşları tarafından da benimsenecek bireyler içinde özgün bir  problem çözme yaklaşımına dönecektir. Şiddet şiddeti doğuracak, şiddet sarmalı giderek büyüyecektir. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştıracak ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştıracaktır. En önemli tehlike budur. Bu tehlikeye karşı başta yöneticiler olmak üzere tüm toplumun duyarlı olması, savaşa karşı durması, barış için çalışması gerekmektedir.   
 
Savaşın sonuçların ortadan kaldırmak, acı çeken ve travmatize olan insanların sağaltılması ve topluma yeniden uyumlandırılması kadar savaşa her yönüyle karşı olmak, savaşı ortaya çıkaran, üreten toplumsal dinamikleri değiştirmek, savaşsız bir dünya yaratmak için çabalamayı da gerektirir. Savaşa karşı olmaksızın sadece onun yaralarını sarmayı hedefleyen bir yaklaşım yabancılaşmış ve kendi geleceğinde söz sahibi olma becerisini kaybetmiş yığınlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
 
Savaşın içerdiği şiddet ve terör insanın yaşamını tehdit eder, insanı yaşamsal değerleriyle bir çelişkiye sürüklerse ve tercihe zorlarsa bireyin bu insani değerleri yitirme ve güce boyun eğme riski de artacaktır.
 
Yaşanan savaş travması bireyi öncelikle durumu inkara yöneltecek, yaşanan deneyimleri pek de tahrip edici olmayan bir olay gibi algılamasına neden olacaktır. Olup biteni yanlış yorumlamak ve çarpıtmak, saldırganla özdeşleşmek, doğa üstü güçlere yönelmek ve sığınmak; ortaya çıkan çaresizlik ve güçsüzlükle örülü bir biçimde zayıf güçsüz kişilere yönelik eylemler üretmek biçiminde yeni ifadeler edinecektir.
 
Çözüm; savaşa ve şiddete karşı içtenlikli, onurlu ve kapsayıcı bir dayanışma oluşturmak, savaşın şiddetine maruz kalanları yalnız bırakmamak, işbirliği geliştirmek, boyun eğmemek, öfkeyi sağlıklı bir biçimde dışa vurabilmek, örseleyici yaşam deneyimlerinin yarattığı çaresizlik ve yılgınlığa kapılmamak ile başlayacaktır.
 
 
Unutulmamalıdır ki, bugün en acı sahneleriyle yaşadığımız bu trajedide her birimizin alacağı tutum, vereceği karar ve sergileyeceği tavır geleceğimizi doğrudan belirleyecektir.
 
 
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu