TPD 59. Ulusal Psikiyatri Kongresi Basın Açıklaması

psikiyatri.org.tr /

 

Basına ve Kamuoyuna
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü ve Haftası ardından 59. Ulusal Psikiyatri Kongremizi Yıkımların Ardından Dayanıklılık ve Umut teması ile yapıyoruz. Ayrıca bu kongre içinde Depremler ve Ruh sağlığı Sempozyumunu da gerçekleştiriyoruz.

metin, ekran görüntüsü, yazı tipi içeren bir resim  Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Yıkımların ardından yeniden var olma bir sonraki yıkıma karşı ne derece hazır olunduğu, deneyimlerin nasıl işlendiği ve aktarıldığı, güvenli bir gelecek için tüm kaynakların ne kadar seferber edildiği ile ilgilidir. Bugün depremin yıkımından yeni deprem risklerine, savaşın coğrafyamıza kadar gelmesinden sivillerin ve hastanelerin alındığı katliamlara, kadınların ve çocukların yaşamlarını kısıtlayan eşit olmayan bir dünyaya, cinsiyet ve cinsel kimlik çeşitliliklerine yönelik ayrımcılıktan sokaklarda sıradanlaşmış şiddete, ulaşılamayan ilaçlara ruhsal sağlığı etkileyen bir çok sorun ile baş başayız. Bu nedenle aşağıda belirttiğimiz konularda görüşlerimizi ilgili birimlerimiz tarafından sizlerle paylaşmak isteriz.

Evrensel bir insan hakkı olarak ruhsal sağlık,

Savaş ve Şiddetin gölgesinde ruhsal sağlık mümkün değildir (Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım – TPD Genel Başkanı)
7 Ekim ile başlayan savaş ve şiddet ortamı bir hastanenin vurularak 500 masum insanın katledilmesine kadar vardı. 10 Ekim Dünya Ruh sağlığı Günü ve Haftası kan ve gözyaşı ile karşılanmış oldu. Evrensel bir insan hakkı olarak ruh sağlığı teması ile ruh sağlığı haftasını kutlamaya çalışırken insanların en temel haklardan mahrum kaldığı bir dönem yaşandı.

En temel insan haklarına erişemeyen ve güvensiz bir ortamda yaşamaya mahkum bırakılmış bireyler için sağlıklı bir ruhsal gelişim ve ruhsal işlev mümkün değildir. Bu açıdan bir hak olarak ruhsal sağlık sadece ruhsal zorluk ya da hastalığı olan bireylerin tedavi ve tam sağlık hakkını değil aynı zamanda toplumların ve bireylerin ruhsal açıdan korunmasını, ruhsal etkilenmeye neden olacak koşulların düzeltilmesini, güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel insan haklarına sahip olarak yaşamaları, çocukların korunması ve gelişimini içermekte, ruh sağlığını koruyucu, ruhsal sorunları önleyici ve ruhsal sağlığı geliştirici hak temelli bir kamusal ortamı ve yönetimi zorunlu kılmaktadır.

Bu açıdan savaşın ve şiddetin olduğu yerde ruh sağlığından bahsedilemez.

Bir hastanenin dahi güvenli olmadığı Gazze’de yaşanan dram, Filistin Halkının özgürlük mücadelesi, Birleşmiş Milletler kararlılarına rağmen verilmeyen hakları, yaşadıkları coğrafyada mülteci konumuna gelmeleri bütün devletlerin sorumlu olduğu bir insanlık sorunudur. Hiçbir sav Filistin Halkının onurlu mücadelesini değersizleştiremeyeceği gibi hiçbir ulvi değer de masum insanlara yönelik saldırıları ve kime karşı olursa olsun insanlık dışı muameleleri haklı göstermez.

Savaşı bir halk sağlığı ve ruh sağlığı sorunudur.

Bu nedenle ruhsal sağlık sadece tedavi edici değil önleyici, koruyucu ve geliştirici hizmetler açısından düşünülmeli, koruyucu ve önleyici bir ortamın oluşturulması herkes için öncelikli bir hedef olmalıdır.

Savaş kadar giderek artan şiddet de önemli bir sorun haline gelmiştir.

Ülkemizde bireysel silahlanma giderek artmaktadır. Sokaklarda silahlı çatışmalar sıradan haber halini almıştır. Ateşli silahla, kesici aletle ya da fiziksel şiddet uygulanarak, tehdit, baskı ya da sözel şiddet ile yapılan her tür saldırgan davranış kişilerin ruh sağlığı etkileme dışında toplumda katlanarak artan bir şiddet sarmalını da tetiklemektedir.

Aile içinde, çocukların ve kadınların maruz kaldığı, sağlık kuruluşlarında, iş yerlerinde, trafikte, sokakta sıradanlaşan bir şiddet ile karşı karşıyayız. Bunun için polisiye tedbirlerin yanında ulusal bir eylem planının oluşturulması gerekmektedir.

Silah ruhsatı almak isteyenler için sağlık kurumlarında kolaylaştırıcı çabalar, bireysel silahlanmanın önünü açan uygulamalar kabul edilemez. Ruhsatlı silahlar yanında yasadışı yollardan silaha ulaşmak kolaylaşmaktadır. Bireysel silahlanmayı kısıtlayan, şiddete yönelik sıfır tolerans ile acil bir eylem planı gerekliliğini tekrar vurgularız.

Deprem Bölgesi ve Ruh Sağlığı (Doç. Dr. Münevver Yıldırım – TPD Afetlere Hazırlık Müdahale Birimi Koordinatörü)
Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından depremin gerçekleşmesi ardından bölgeye gönderilen ekiplerce hızlıca değerlendirme raporları hazırlanmış ve tüm faaliyetler raporlarla desteklenerek sürdürülmüştür. Yapılan son saha değerlendirmesinde yaşanılan afetin üzerinden altı aydan daha uzun süre geçmesine rağmen toparlanmanın yeterli seviyede olmaması, yeni yaşam yerlerinin uygun ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde oluşturulamaması, başta sağlık ve eğitim alanı olmak üzere temel hizmetlerin sürdürülebilmesi için yeterli insan ve mekan kaynağı sağlanamamasında en büyük etmen olan hizmet ve barınma alanlarının yaratılamaması gibi bir çok yıkımın doğrudan ve dolaylı yükünün devam etmesine neden olacak bir çok etmen ilk aşamada göze çarpmaktadır.

Kent yaşamı deprem sonrası güçlenmeye uygun şekilde planlanmamış olup yaşanılan afeti ve etkilerini dikkate alan, sosyal destekli bir kent mimarisine ihtiyaç vardır. Kent içi ulaşım bazı bölgelerde yetersiz ya da sorunludur. İnsanların temiz suya ulaşmalarında sıkıntılar sürmektedir, bir arada olabilecekleri yeşil alan, dinlenme, alışveriş bölgeleri, tıbbi hizmet alacakları yerler de sınırlıdır. Daha önceki raporlarımızda da belirttiğimiz üzere bu durum tüm bölgeler için sorun olmakla birlikte Hatay bölgesi için çok daha ağır bir sorundur. Kentlerin ve kent hizmetlerinin eski haline getirilme çabası kayıp yaşayan insanların sosyal ve ruhsal uyum süreçleri ile örtüşmemekte, yıkımın ardından yeniden var olmadan ziyade yıkımın yok sayıldığı bir inşaat ve beton faaliyetine dönüşmektedir. Sosyal ve mimari çalışmanın başlatılması, yeni yaşam alanlarının kentin kültürü ve dokusuna ve yaşanılan afet gerçeğine uygun oluşturulması ruhsal sağlık için elzemdir.

Tüm deprem bölgelerinde mevcut hali ile psikososyal hizmetlerde her bir kuruluşun kendi imkanları içerisinde özveri ile çalışılsa da hizmet bütünlüğü sorunu daha önceki raporlarımızda da belirtildiği üzere hizmetin kurumlar arası kopuk şekilde sürdürülmesine neden olmakta, meslekler arasında kesin sınırlar çizilerek tanımlanmaya çalışılan psikososyal hizmet anlayışı sahada da kopukluğu artırmaktadır. Ağır ve çoklu yas süreci içinde olan, ekonomik kayıplar yaşamış, yaşamları ve yaşam yerleri değişmiş insanlara yönelik programlar kurumların entegre çalışması ile hızla hayata geçirilmelidir. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, depremde doku ve organ kaybı yaşayanlar, meslek gruplarına yönelik özel programlar oluşturulmalıdır.

Psikososyal rehabilitasyon kentler içinde kurulamamıştır. Geçici yerleşim yerleri ve hastane içi ile sınırlı bir ruh sağlığı hizmeti yürütülmektedir. Etkilenen nüfusun önemli bir kısmı hala kent merkezlerinde, görece sağlam yapılarda ya da kent merkezinde konuşlu şahsi geçici mekanlarda yaşamaktadırlar. Bu grup için yerinde ve ulaşılabilir herhangi bir psikososyal planlama mevcut değildir. Eylem stratejisi de bu şekilde yerleşimi olan kişilere yönelik uzun dönem bir hizmeti içermemektedir.

Deprem bölgelerinin en önemli sorunlarından biri de yataklı psikiyatri servislerin bulunmamasıdır Deprem ve kayıpları nedeniyle intihar düşüncelerine bağlı kapalı servis ihtiyacı ise artmış ve artacaktır. Buna yönelik acil önlemler gerekmektedir.

Başta Hatay olmak üzere sağlık hizmeti ve ruh sağlığı hizmeti veren ana kurumlarda çalışan sağlık personelinin güvenli çalışma ve barınma ortamına ulaşamadığı görülmüştür. Bu durum sürdürülebilir değildir.
Asbest ve çevre sorunu devam etmektedir.

Sağlık Kurulu başvurularında dikkat çeken silah ruhsatı başvurularındaki artış yerel olarak ek değerlendirme gerektirmektedir. Bireysel silahlanmanın toplu yaşam alanlarındaki sorunlar için ek tehlike oluşturacağı düşünülmektedir.

Kent yaşamının tekrar başlamasının görev yapanların aileleri ile kalabileceği bir mekan ile mümkündür. Çocuklarının okul durumu ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık durumu burada belirleyici olmaktadır.

Afetlerde Ruh Sağlığı Eylem Stratejisi ve Ulusal Ruh Sağlığı Örgütlenme Önerisi
(Doç. Dr. Halis Ulaş – TPD Ruh Sağlığı Politikaları Görev Grubu Koordinatörü)
Türkiye coğrafyası afetler coğrafyasıdır. Dünya tarihinde en fazla insan ölümüne sebep olan depremlerden ikisi Antakya’da gerçekleşmiştir. 115 yılında gerçekleşen 7,5 şiddetindeki depremde yaklaşık 260 bin, 525 yılında 7 şiddetindeki depremde ise 250 bin insan yaşamını yitirmiştir. 6 Şubat 2023 günü de Türkiye afet tarihine silinmeyecek harflerle kazındı. Kahramanmaraş ve Hatay başta olmak üzere aynı fay hattı bölgesinde 10 ilimizde yıkım gerçekleşti. Resmi rakamlara göre 6 Şubat depremi sonrası 50 binden fazla yurttaşımız hayatını kaybetti, 100 binlerce vatandaşımız yaralandı ve milyonlarca insanımız ruhsal açıdan bu depremden etkilendi.
Peki bu depremi yaşayan ya da tanıklık eden insanlarımızın ruhsal olarak daha az etkilenmesi mümkün müydü? Bu sorunun yanıtı maalesef “Evet”.

“Evet”; çünkü afet öncesinde, afet sırasında ve afet sonrasındaki müdahale planlamasının temel prensiplerini belirleyen “Türkiye Afet Müdahale Planı” (TAMP) istenildiği gibi işlemedi. Bunun en önemli sebeplerinden biri psikiyatrik ve psikososyal hizmetlerin acil durum çalışma grupları içerisinde yer alan Sağlık Bakanlığının sorumluluğundaki Afet Sağlık Grubunun içerisinde yer almamasıydı. Psikiyatrik ve psikososyal hizmetler Ön İyileştirme Çalışma Grupları arasında tanımlanmış ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının sorumluluğuna verilmişti. Bu organizasyon şeması psikiyatrik ve psikososyal hizmetlerin acil sağlık hizmetleri ile bağını kopardı. Böylece alana öncelikli gidecekler arasında psikiyatristler görevlendirilmedi. Oysa kronik ilaç kullanan psikiyatrik hastaların tedavi düzenlenmelesi, bağımlı olan hastalara müdahale edilmesi, tıbbi ya da cerrahi tedavi ihtiyacı olan psikiyatri hastalarının değerlendirilmesi ve tedavi düzenlenmesi, psikolojik ilk yardım için depremin ilk anından itibaren psikiyatristlere ihtiyaç vardı. Psikiyatrik ve psikososyal destek sadece depremden etkilenenler için değil aynı zamanda deprem bölgesine yardım amaçlı gidip canla başla çalışan insanlar için de gerekliydi. Ama eksik kaldı.

TAMP ile ilişkili bir başka aksayan nokta; planda tanımlanmış deprem bölgesine destek sağlayacak illerle ilişkiliydi. Olasılıkla meydana gelecek depremin bu kadar geniş bir coğrafyayı etkileyeceği düşünülmemişti. Dolayısı ile de depremden etkilenen il/illere destek sağlayacak şehirler Türkiye fay haritası yerine siyasi harita baz alınarak ve yakınlık gözetilerek belirlenmiş izlenimi veriyor. Örneğin Hatay’da bir afet olduğunda destek sağlayacak 1. grup iller Adana, Osmaniye, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Kilis olarak belirlenmiş. Kahramanmaraş’a destek verecek iller arasında da Adana, Kilis, Hatay, Adıyaman, Malatya sıralanmış. Dolayısı ile deprem bölgesine destek verecek iller de depremden etkilenince hem sağlık hizmetlerinde hem de psikososyal hizmetlerde hızlı bir refleks gösterilemedi.

Peki bir afet durumunda daha iyi bir psikiyatrik ve psikososyal hizmet sunulabilmesi için ne yapmalı?
Yapılabilecekleri iki ana başlıkta özetleyebiliriz.

  1. Tek elden bütünleşik hizmet planlanması.Bu amaçla afet öncesi, sırası ve sonrası hizmetlerin planlanabilmesi ve sorunsuz uygulanabilmesi için hizmetlerin tek bir çatı altında toplanmasının uygun olduğunu düşünüyoruz. Bu çatı için de “Afet Bakanlığı” adı altında yeni bir bakanlık oluşturulmasının yerinde olacağını düşünüyoruz. Bu bakanlık altında kurulacak “Ulusal ruh sağlığı danışma ve strateji oluşturma kurulu” ile psikiyatrik ve psikososyal hizmetlerin afetler öncesi, sırası ve sonrasında bütünleşik bir şekilde planlama ve uygulama stratejilerini yürütmesini öneriyoruz.
    Afet bölgesine destek sunacak illerin Türkiye afet haritalarına bakılarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.   
  2. Toplum temelli sürekli hizmet. Afet yönetim süreçlerine baktığımızda 4 ana başlık görürüz: Müdahale, iyileştirme, risk azaltma ve hazırlık. Bu başlıklar genellikle birbirinin ardı sıra uygulanmalıymış gibi bir algı vardır. Oysa biz psikiyatrik ve psikososyal hizmet planlamamızı bütünleşik ve süreğen bir şekilde organize edebilirsek bu süreçler içiçe geçmiş bir çerçevede planlanabilir. Bunun için önerimiz Toplum Ruh Sağlığı Birimleridir (TRSB). TRSB’lerin bölge ve nüfus temelli olarak birinci basamak (Aile Sağlığı Merkezleri), ikinci (Devlet Hastaneleri) ve üçüncü basamak (Üniversite ve Eğitim Araştırma Hastaneleri) sağlık hizmetleri ile eşgüdüm içerisinde çalışmasını öngörüyoruz. Yaklaşık 10 bin nüfusa bir TRSB kurulmasını ve bu TRSB’lerde erişkin ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, klinik psikolog, psikoloji danışman ve rehberlik uzmanı, sosyal hizmet uzmanı ve psikiyatri hemşiresinin istihdam edilerek bütünleşik hizmet üretmesini öneriyoruz. TRSB’ler sorumlu olduğu bölgedeki afet sonrası ruhsal bozukluk geliştirme riski yüksek olan kişileri tespit edip izleme alabilir, psikososyal destek verebilecek meslek grubunda olan kişileri tespit ederek koordinasyon ve eğitim faaliyetlerini sürdürebilir, eğitim kurumlarındaki rehberlik öğretmenleri ile bütünleşik bir çalışma düzeni oluşturabilir, ruh sağlığı hizmetini birinci basamak düzeyinde karşılayabilir, ikinci ve üçüncü basamak psikiyatri klinikleri arasında nüfus yoğunluğu ve yatak kapasitesine göre eşleştirme yapılabilir.

Böyle bir yapılanmayla TRSB’lerin hem afet öncesi hem afet sırası hem de afet sonrasında psikiyatrik ve psikososyal hizmetleri bütünleşik olarak sürdürebileceğini düşünüyoruz.
Elbette bu yapılanmanın eş zamanlı olarak tüm Türkiye’de hayata geçemeyeceğinin farkındayız. Ancak bu yapılanmanın Türkiye afet haritalarına göre önceliklendirilmesinin ve ilk uygulamanın da İstanbul’da acilen yaşama geçirilmesinin mümkün olacağı inancındayız.

Cinsel Kimlik Çeşitliliklerine Yönelik Ayrımcılık Kabul Edilemez (Uzm. Dr. Rümeysa Taşdelen – TPD Cinsellik ve Cinsel Bozukluklar Çalışma Birimi Koordinatörü)
Cinsellik insanın hayatı boyunca devam eden, sadece bedensel değil, sevgi, yakınlık, destek ve yaşam doyumu gibi ruhsal ihtiyaçları da içeren, kişiler arası iletişimi zenginleştiren yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Kişilerin ideal cinsel sağlığa ulaşmaları ve sürdürebilmeleri için cinsel sağlığı onaylayan ve destekleyen bir ortamda yaşayabilmeli, özgür seçimlerine dayalı cinsel yakınlıklar kurabilmeli, cinsellik hakkında kapsamlı ve kaliteli bilgiye ulaşabilmeli, cinselliği yaşarken karşılaşabilecekleri sorunlar ve riskli durumlar varlığında danışmanlık ve tedavi hizmeti alabilmelidirler. Sağlıklı üremeden çok daha fazlasını kapsayan cinsel sağlığın değerlendirilmesinde ve sağlanmasında başta ruh sağlığı ve hastalıkları olmak üzere jinekoloji, üroloji ve endokrinoloji uzmanlık dallarının multidisipliner yaklaşımı gereklidir. Cinsel sağlıkla ilgili konular gerek tıp eğitimi müfredatında gerekse uzmanlık eğitiminde temelde ruh sağlığı alanının kapsamındadır. Cinsellik, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ise tıbbi bir hastalık ya da patolojik bir durum olmayıp bireysel ve toplumsal yönleri ile öncelikli olarak ruhsal kavramlardır.

İkili cinsiyet sisteminde kişilere doğdukları anda sahip oldukları üreme organlarına göre kültürel ve sosyal olarak kadın veya erkek olarak bir cinsiyet atanmakta, toplumsal ve kültürel cinsiyet normlarına uygun olarak biyolojik cinsiyetine uygun rolde hayatına devam etmesi beklenmektedir. Oysa ki cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğindeki çeşitlilikler birbirlerine üstünlüğü olmayan durumlar olup bilimsel olarak bedensel veya ruhsal hastalık olarak tanımlanmamaktadır. Ancak ülkemizde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğiyle ilgili ayrımcı ve damgalayıcı tutumlar bireylerin toplumdan dışlanmasına, şiddete ve nefret suçlarına maruz kalmasına, sağlık hizmetlerine erişememesine, ekonomik eşitsizlikler yaşamasına ve dolayısıyla depresyon, kaygı bozuklukları gibi ciddi ruhsal sorunlara yol açmaktadır.

Son zamanlarda medyada cinsel kimlik çeşitliliklerine yönelik toplumsal barışı bozan, ayrıştırıcı, dışlayıcı ve hedef gösterici ifadelerin kullanıldığı yayınlarla sıklıkla karşılaşmaktayız. Ayrıca bilimsel veriler ışığında ayrımcılığa ve damgalanmaya maruz bırakılan kişilere ruhsal ve tıbbi destek sunan sağlık çalışanlarının da hedef gösterilmesine şahit olmakta, yaşananları büyük bir endişe ve üzüntü ile izlemekteyiz. Ruh sağlığını tehdit eden ve bilimsel hakikatle bağdaşmayan bu yaklaşım toplumsal ayrışmayı artırmanın yanı sıra şiddet ve çatışma dilini güçlendirmekte, tüm toplumu tehlikeli bir sürece sürüklemektedir. Tüm toplumda sağlıklı ve güvenli bir yaşam, bilimsel hakikatin ışığında, çeşitliliklerin zenginlik olarak yaşandığı, eşitsizliklerin, ayrımcılıkların ve şiddetin önüne geçildiği, insan haklarına ve dayanışmaya önem veren toplumsal kültürün gelişmesi ile mümkündür. 
Ruhsal sağlığı ve toplumsal barışı bozucu bilim dışı bu tür yayınların denetlenmesi ve bu ayrıştırıcı tutumun engellenmesi için yetkili kurumları göreve; ayrımcılığın toplumun tüm kesimlerinde önemli olumsuz etkilerinin olacağını hatırlatarak kamu oyunu dikkatli ve özenli olmaya davet ediyoruz.

Kriz döneminde kadınlar el ele (Uzm.Dr. Erensu Baysak – Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü)
Tehlike barındıran doğal olaylar, onlara karşılık verecek yeterli kapasite olmadığı durumda afete dönüşmektedir. Maalesef büyük kayıplara yol açan deprem sürecinde kadınlar, çocuklar, göçmenler, engelli bireyler, LGBTİ+ bireylerin toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık nedeniyle afetten daha olumsuz etkilendiklerini biliyoruz. Deprem sonrası ilk dönemlerde kadınların ihtiyaçlarının nasıl göz ardı edildiğini hep beraber yaşadık.

Toplumsal cinsiyet rolleri ve iktidar ilişkileri, kaynakların ve fırsatların nasıl dağıtılıp kontrol edildiğini, erişim olanaklarının nasıl belirlendiğini ve kararların kimler tarafından alındığını doğrudan etkiler. Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği açısından nerede diye baktığımızda 2022 yılında 146 ülke arasında 124. Sırada olan Türkiye 2023 yılında 129. Sıraya geriledi. Afet döneminde, önceden de var olan eşitsizliklerin derinleştiğini görüyoruz.
Deprem bölgesinde nüfusun yarısını kadınlar oluşturmasına, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun verilerine göre 6 Şubat depremlerinden etkilenmiş olan yaklaşık 16 milyon kişinin yaklaşık olarak 4 milyon üreme çağındaki kadın, 226 bin gebe kadın bulunmasına rağmen cinsiyet körü afet müdahale ve planlama süreçlerinin kadınların ve kız çocuklarının en temel yaşamsal ihtiyaçlarına dahi erişimlerini engellediğine şahit olduk. Afet bölgesinde yaşamın yeniden inşa edilmesinde ise cinsiyetçi iş bölümü yeniden üretiliyor.

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet devam ediyor, her gün devam ediyor, enkaz altında dahi devam ediyor… Kadına yönelik şiddete yönelik afet bölgesinde yeterli tedbir alınamıyor ve rutin müdahaleler yapılamıyor. Bölgede kadınların ve çocukların güvenli barınma ihtiyaçları karşılanamıyor. Kadına yönelik şiddeti önleyemeyen kurumlar bu insan hakları ihlalinden sorumludur. Tüm bu cinsiyete dayalı şiddet kadınların ruh sağlığını olumsuz etkilemekte, toparlanma süreçlerini sekteye uğratmaktadır.

Şaşırtıcı olmayan şekilde ve toplumun geneli için de pek işlemediğini gördüğümüz ulusal eylem planlarında kadınların adının yer almadığı, adının geçtiği yerde ise bireyleri güçlendirmeye dönük politikalardan ziyade “zayıf konumları ve kırılganlıkları”nın vurgulandığı görülmekte. Kadının adına, kamusal alanda varlığına ve haklarına dönük bu saldırının kaynağının, tarikatlarda çocuk istismarını, erken yaşta evlilikleri, kadına yönelik şiddeti engelleme görevini yapmak şurada dursun cinsiyetçi şiddetin her veçhesini güçlendiren gerici politikalarda olduğunu biliyoruz.

Tekrar benzer bir afetle karşılaşmamak ümidiyle ama toplumsal cinsiyete duyarlı afet planlama, risk azaltma süreçlerine kadınlar eşit düzeyde dahil edilmeli, yerel ve ulusal düzeyde kadın liderliği desteklenmelidir. Depremin üzerinden 8 ay geçmesine rağmen deprem yaraları sarılamamış, deprem ve depremden etkilenen kişiler gündelik yaşantıda unutulmuştur.

Bu yıl ülkede yaşanan büyük depremi ve yarattığı tahribatı konuşurken dünyada 13 gündür Gazze’de binlerce sivil yaralanmış veya hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybedenlerin üçte ikisini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Ruh sağlığı yaşanan tüm olaylardan bağımsız değildir. Savaşlar cinsiyetçi şiddeti ve tecavüzü birlikte getiriyor. Basına yansıyan cinsel şiddet görüntüleri nedeniyle savaş bölgesinde yaşamakta olan kadınların beden ve ruh sağlığı hakkında çok endişeliyiz. Yine zarar gören biz halklar, insan hakları ihlalleri, emperyalist politikalar, bir türlü durmayan şiddet ile iç içeyiz. Ülkeler değişiyor, isimler değişiyor, tehlike değişiyor, ama kimlerin daha çok zarar gördüğü değişmiyor.

Deprem, maddi zorluklar, savaş, ihmal ve istismar zaten zor olan hayatları zorlaştırmakta, dünyanın gözleri önünde sürmekte.

Sivilleri korumak öncelikli olmalıyken sivil yerleşim yerlerinin hatta hastanelerin tahrip edildiğine şahit olduk. Uluslararası hukuk ilkeleri ve yükümlülükler göz ardı edilemez. En önemlisi insan olmaktan kaynaklanan değerlerden vazgeçilmemelidir.
Tüm zorluklara ve travmalara rağmen inşa edilmeye çalışılanların yeniden yıkımı… Günlük yaşantısını yerinden edilme, yıkımlar ve kayıplar ile geçirenler…
Ve iç acıtan derin bir sessizlik…
Tüm bu sessizliğin ve karanlığın içinden yine de Samandağ sokaklarını defne dallarıyla dolduran kadınların yaşamı yeniden kuracak seslerini duyuyor, yeşerecegiz biliyoruz!

Tedaviye Erişim Ruh Sağlığı Hakkının Olmazsa Olmazıdır (Doç. Dr. Neşe Yorguner – TPD Duygudurum Bozuklukları Çalışma Birimi Koordinatörü)
Geçtiğimiz bir yıl içinde ruh sağlığı alanında kullanılan bazı ilaçlarının temininde ciddi zorluklar olduğuna dair bildirimler alınmıştır. Bunların başında bipolar bozukluğun ve tedaviye dirençli depresyon döneminin tedavisinde kullanılan lityum ilacına ulaşımdaki zorluklar gelmektedir.
Lityum tedavisi başka hiçbir ilaca benzemeyen etki mekanizması ile yeri doldurulamayacak bir tedavidir. Doğası gereği tekrarlayıcı ve kronik nitelik taşıyan ve ağır ekonomik maliyete neden olan bipolar bozukluğunun hem akut hastalık döneminin tedavisinde hem de hastalık dönemlerinden koruyucu tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Lityum Dünya Sağlık Örgütü tarafından her zaman bulundurulması ve ulaşılabilir olması gereken temel ilaçlar listesinde yer almaktadır. Temel ilaçlar listesi öncelikli halk sağlığı sorunları için belirlenmiş, en gerekli ilaçları kapsamaktadır.

Lityum ilacının eczanelerde bulunamamasına dair alınan bildirimlerden sonra Temmuz ayında derneğimiz hızla harekete geçmiş, TPD Duygudurum Bozuklukları Çalışma Birimi ve Bipolar Bozukluklar Derneği ile hazırlanan bilimsel görüş Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, Türk Eczacılar Birliği ve Türk Tabipleri Birliği’ne iletilmiştir. Lityumun kısıtlı miktarda eczanelere ulaştığı bilgisi alınmış olsa da Ekim ayının başında, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı gününe “Ruh Sağlığı Evrensel Bir İnsan Hakkıdır” teması ile başlamışken, ülke genelinde lityum ilacının tekrar eczanelerde bulunmadığına dair bildirimler alınmıştır. Bu dönemde pek çok hasta ilacını kesmek zorunda kalmış, hastalığın tekrarlama riski pahasına hekimleri ile birlikte tedavi değişikliğine gitmeye zorlanmışlardır.

Pek çok hasta sadece lityum tedavisine yanıt vermekte, lityum tedavisi ile hastane yatışlarının, tedavi maliyetlerinin daha düşük olduğu, lityumun intihar riskini düşüren bir özelliği olduğu, lityum tedavisi aniden kesildiğinde hastalığın alevlenme riskinin hızlı bir şekilde arttığı bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında lityum tedavisinin sürdürülememesi çok ciddi bir halk sağlığı sorunu ve hastalar için ağır ve geri döndürülemez riskler barındırmaktadır. Lityum ilacının temini ile ilgili zorluklar için Türkiye Psikiyatri Derneği tekrar çalışmalara başlamış, alandaki ruh sağlığı dernekleri ve hasta haklarını savunan derneklerle birlikte konunun çözümüne yönelik planlamalarını yapmaktadır.

Yakın zamanda benzer bir sorun tedaviye dirençli psikotik bozukluklarda kullanılan klozapin ve alkol arındırma tedavisinde kullanılan lorazepam için yaşanmıştır. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün temel ilaç listesinde yer alan klozapinin 100mglık tableti bir süre temin edilememiştir. Ortalama 300-600mg dozlarında kullanılan bu ilaçta hastalar 25mg tabletlerle günde 12 – 24 tablet almak zorunda kalmıştır. Lorazepam ilacı ülke genelinde hem 1mg hem de 2.5mg formu bu ayın başından beri bulunmamaktadır. Bu yaşananlar ülkemizde psikiyatrik ilaçların ulaşılabilir olması ile ilgili ciddi endişelere yol açmaktadır. Özellikle lityum gibi alternatifi olmayan, klozapin gibi tedaviye dirençli vakalarda ana tedavi bileşeni olan ilaçların kesintiye uğramadan hastaların kullanımında olması halk sağlığının korunması için zorunludur. Devletimizin ilgili kurumlarını göreve çağırıyor, ilaç tedavilerine erişimin ruh sağlığı hakkının olmazsa olmaz bir parçası olduğunu tekrar hatırlatıyoruz.

Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu