Eğitim anayasal bir haktır, cinsiyet, ırk, etnik köken farketmeksizin tüm vatandaşlara, eşit şekilde sağlanmalıdır, bu hakkın sağlandığını ve sürdürüldüğünü denetlemek bir kamu görevidir. Özellikle kız çocuklarının eğitiminin önündeki engeller ve “uygun” çözüm önerilerinin tekrar tekrar gözden geçirilmesi ve ilgili kurumlara hatırlatılması ne yazık ki günümüzde hala gereklidir. Çalışma, sosyal yaşam, politik karar verme mekanizmaları dahil her alana katılımın ön koşulu eğitim hakkıdır. Öncelikle toplumsal cinsiyet algısının şekillendiği eğitim ortamında bireylerin cinsiyetleri gerekçesiyle ayrıştırılması; ötekileştirme ile sonuçlanan sağlıksız bir algının yerleşmesiyle sonuçlanacaktır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, kapsayıcı ve bütünleştirici bir sistemin önemini vurgularken çocuklar için okullarda cinsiyete dayalı ayrımcılığın olağanlaştırılması uygun değildir. TÜİK verilerine göre ilkokulda eğitime katılım oranları kız ve erkek çocukları arasında farklılık göstermezken; ilerleyen dönemlerde eğitime katılım kız çocuklarının aileye yük olarak görülmesi, erken yaşta evlilikler, kız çocuğun eğitimlerine daha az önem verilmesi, geleneksel inanışlar, ailelerin sosyoekonomik düzeyi gibi farklı faktörlere bağlıdır ve genellikle kız çocukları açısından eğitimin yarıda kesilmesi ile sonuçlanmaktadır. Yine TÜİK verilerine göre, eğitime devam etmek istemesine rağmen eğitimini yarıda bırakanların nedenleri sıralandığında ekonomik nedenler, ailenin kız çocuğunun eğitimini desteklememesi, erken yaşta evlenme/nişanlanma, hamile kalma/çocuk doğurma önde gelmektedir. Kız çocuklarının eğitimini sürdürmesinde karma eğitim bir engel değildir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, yoksulluk, hala çocuk yaşta evliliklerin devam ediyor olması, 4+4+4 sisteminin oluşturduğu sorunlar, ulaşılabilir ve nitelikli eğitimin sağlanmaması, taşımalı eğitim sisteminin zorluklarıdır. “Kız okulları”nın bir avantaj gibi gösterilmeye çalışılması hedef değiştirmedir. Kadınlar ve kız çocukları hayatın her alanına, olması gerektiği gibi, eşit şart ve fırsatlarda dahil olmalıdır. “Başka türlüsü” dile getirilen her düşünce gizli kalamayan, belki de gizlenmeye bile çalışılmayan bir art niyet, gerici fikir barındırmaktadır. Sağlanmaya çalışılan kız çocuklarının eğitime devamı ise, “kız okulları” fikrinden önce toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya dönük müdahaleler, çocuk yaşta ve zorla evliliklerin önlenmesi, nitelikli eğitimin ücretsiz ve ulaşılabilir olması, eğitimde çocuğun üstün yararının gözetilmesi önceliklidir. Yapılması gereken tüm çocukların cinsiyet ayrımı yapmadan, dini nikah ile evlendirilmediğinden, çocuğun doğum yapmadığından, kısaca çocuğun okula gittiğinden emin olmaktır! Çocuğunu okula göndermeyen ailelerin tespiti, gerekçelerinin değerlendirilmesi, okula gitmek için teşviklerin ve yaptırımların uygulanması gereklidir. Eğitimin içeriği dünya standartlarına uygun, laik ve bilimsel verilere dayalı olmalıdır, “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum (ÇEDES)” projesiyle din görevlilerinin okullarda hangi gruplara ait olduğu bilinmeyen değerler üstüne eğitim vermesi laiklik ve bilimsellik ile parallellik göstermemektedir. Türkiye’de karma eğitime ilk kez 1927-1928 öğretim yılında geçilmiş, 1973 yılında Milli Eğitim Temel Kanunu ile eğitimin temel ilkelerinden biri olarak belirlenmiş, 2000-2001 öğretim yılında tüm okullarda zorunlu hale getirilmiştir. Karma eğitim laik ve demokratik bir ülkenin esası olarak vardır. Dünyada yapılan araştırmalar cinsiyet ayrımının olduğu okullar (genellikle dini grup destekli okullar) açısından çelişkili sonuçlar vermekle birlikte, bu okullar cinsiyet rolleri ile ilgili inanışları şiddetlendirmekte ve kurumsal cinsiyetçiliğe yol açmaktadır. Kamusal alanlarda “önerilen” cinsiyete dayalı ayrışmanın okullarla sınırlı kalmaması; iş yaşamı, sosyal yaşam, siyasete katılım gibi alanlara da sıçraması cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesine ve kemikleşmesine neden olacaktır. Mevcut sorunda atılacak gerçekçi adımlarla ilgilenmesi gereken kurumların cinsiyet eşitsizliğini şiddetlendirecek fikirler ile gündeme gelmeleri şaşırtıcıdır. Eğitimdeki eşitsizliğin “kız okulları” senaryosu üzerinden okullarda meşrulaştırılması demokratik bir toplumda kabul edilemez. Çözüm, gerici ve ataerkil düşünce yapısıyla şekillenen cinsiyet farklılıklarının ve eşitsizliklerinin vurgulanması değil, her açıdan eşit bir toplum algısının oluşturulduğu bir eğitim sisteminin varlığıdır.
Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi