Cinsel şiddette “somut” delil şartı, adalete somut bir engeldir! Cinsel şiddet, temel insan haklarının ağır bir ihlalidir. Cinsel şiddet, cinselliğin karşıdakini kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla şiddet aracı olarak kullanılmasıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve güç dengesizliği nedenleriyle kadınları, LGBTİ+ bireyleri ve çocukları, heteroseksüel yetişkin erkeklere göre orantısız şekilde daha fazla hedef alır. Baş edilmesi güç bir travma türü olan cinsel şiddete maruz kalan bireyler, kişilerarası uyum ve güveni sağlamada, rutin hayatlarını ve sağlıklı bir cinsel yaşamı sürdürebilmelerinde ciddi zorluklar yaşayabilirler. Diğer bir deyişle cinsel şiddet, bireyleri ruhsal olarak herhangi bir hastalık tanısının sınırlarına sığmayacak kadar geniş bir alanda ve çok boyutlu biçimde olumsuz etkiler. İnsanın ruh sağlığındaki bozulmaları tanı kategorilerine indirgeyen yaklaşımların ruhsal travmalarda, içinde bulunulan durumu tıbbi ve hukuki ve sosyal olarak tanımlamada yetersiz kaldığı açıktır. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi toplumsal cinsiyete bağlı güç ilişkileri açısından dezavantajlı konumda olan kadınların, LGBTİ+’ların ve çocukların güvenlikleri açısından endişe vericidir. Bununla birlikte 08.07.2021 tarihinde Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 13. Maddesi ile cinsel istismar ve cinsel saldırı suçlarında tutuklama için ‘kuvvetli suç şüphesinin’ yanında ‘somut delil’ kriteri getirilmiştir. Cinsel şiddete maruz bırakılan kişiler, yerleşik yanlış inanışlar ve mağduru suçlayan kültürün de etkisiyle sıklıkla utanç ve suçluluk hissederler. Cinsel saldırılar genellikle kimsenin tanık olmayacağı koşullarda gerçekleşir ve her zaman somut delil oluşturmayan travmalardır. Cinsel saldırıyı açıklayan üç kadından en az biri ya da ikisi olumsuz tepkiye, inanmama ve mağduru suçlama gibi “ikinci bir saldırıya” maruz kalır. Bunun da etkisiyle yasal şikâyette bulunulan dönem, varsa bile genellikle fiziksel bulguların saptanamadığı daha geç dönemde gerçekleşmektedir. Bu sebeple yasal değişiklikle şart koşulan “somut delil” aranması, adaletin yerini bulmasının önünde “somut” bir engeldir. Cinsel şiddet gibi travmatik yaşantıların onarılabilmesi için tedavi süreçlerine adaletin eşlik etmesi vazgeçilmez bir koşuldur. Faillerin cezasız kalması ruhsal travmaların iyileşmesini zorlaştırır, önler, kimi zaman yeni ruhsal travmalara yol açar. Cinsel saldırı kamusal alanda meydana gelebilse de, en sık görülen ve bireylerde en çok hasar bırakan biçimi bir tanık olmadan, tanıdık kişiler tarafından işlenen cinsel suçlardır. Ülkemizde yürütülmüş bir araştırmada olguların yüzde 65’inde fiziksel delil bulunmadığı ancak yüzde 68’inde travma sonrası stres bozukluğu, yüzde 73’ünde depresyon, yüzde 33’ünde intihar girişimi olduğu kaydedilmiştir. Bu bulgular ruhsal yaraların izlerinin fiziksel delille aranmasının mantıksızlığını ortaya koymaktadır. Türkiye’de on cinsel saldırıdan sadece biri resmen bildirilmekte olup, bilinen sadece buzdağının görünen kısmıdır. Açılabilen çocuk cinsel istismarı davalarının yaklaşık yarısı mahkumiyetle sonuçlanmaktadır. Cinsel saldırıyı açıklayanlar sıklıkla farklı aşamalarda davalarını sürdürememekte, açıklama ve hak aramanın önündeki çeşitli bariyerler ile karşılaşmaktadır. Cinsel saldırılar fail ve maruz bırakılan olmak üzere iki kişi arasında sınırlı değildir, bütün toplumu ilgilendirir. Cinsel saldırı suçlarında ispat yükümlülüğünün mağdura yüklenmesi, sosyal engellerden biridir. Söz konusu yasal değişiklik, daha fazla cinsel istismar ve cinsel saldırı davasında beraat ve tahliye kararı verilmesi demektir. Bu karar, şiddetin üstünü örtüp failleri korumaya yarayan hukuksal yeni bir bariyer niteliğindedir. Cinsel şiddete maruz kalan bireylerin ruhsal açıdan onarılması yalnızca ruh sağlığı profesyonellerine bırakılmaksızın, güvenlik ve adaleti sağlamakla sorumlu yetkililerden başlayarak pek çok kurum ve kişinin katılımını gerektirmektedir. Bu onarım için gerekli en önemli unsur, bu bireylere saygılı, şefkatli ve umut aşılayan bir tutumla yaklaşılmasıdır. Cinsel şiddete maruz kalan bireyler yaşadıkları ruhsal acıyı kelimelere dökmekte dahi zorlanırken, bu bireylerin maruz kaldıkları travmayı somut olarak delillendirmelerini talep etmek, onlar için apaçık olan bu acıyı yok saymak anlamına gelir. Bu tavır ne saygılı, ne şefkatli ne de umut aşılayan bir tutumla bağdaşmadığı gibi söz konusu yaklaşımın bu bireylere ruhsal açıdan yeniden travma yaşatması da kaçınılmazdır. Ruh sağlığı uzmanları olarak tek delili ruhsal belirtileri olan pek çok cinsel travma yaşamış kişi ile karşılaşmaktayız. Cinsel travma yaşamış kişilerin pek çoğunun yasal başvuruda bulunmakta zorlandıklarının da tanığıyız. Bu tavrın, şiddete maruz kalmış kişileri yasal süreçlere başvurmaktan caydırıcı olacağı açıktır. Cinsel saldırıya maruz kalanlardan somut delil istemek, cinsel saldırıların çoğunlukla üçüncü kişilerin tanıklığı olmaksızın işlendiğini görmezden gelmek ve bireylerin saldırıya maruz bırakılmanın etkisi ile yaşadıkları ruhsal acıyı yok saymak, sonuç olarak failin yanında konumlanmak demektir. Bireylerin ruhsal ve fiziksel güvenliğinin koşulsuz sağlanmasını savunuyoruz; faillerin değil, mağdurların yanındayız!