Bizler her gün çalıştığımız hastane ve kliniklerde kadınları dinlerken kadınların sadece belirtilerini değil aynı zamanda yaşamlarını, zorluklarını, uğradıkları ayrımcılıkları dinliyoruz. Cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddet; evde, okulda, işyerlerinde, hastanede, sokakta, medyada, televizyonda yani yaşamımızın her alanında her gün yeniden üretiliyor. Kadın düşmanlığı cinsiyetçi bir küfürden tecavüze ve cinayete varan bir yelpazede varlığını sürdürüyor.
Birleşmiş Milletler’e göre ‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ temel bir insan hakkıdır. Kadınların ve erkeklerin özel ve kamusal alana eşit katılımını, eşit hak ve olanaklara sahip olmalarını ifade eder. Ülkemizin taraf olduğu sözleşmeler de devletin kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddeti engellemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik kapsamlı politikalar üretmesini ve tedbirler almasını gerekli kılıyor.
Kadınların kendi hayatları ve bedenleri konusunda özgürce karar almalarını desteklemek ve kadınları güçlendirmek, toplumsal cinsiyet kalıp yargıları ile her alanda mücadele etmeyi gerektiriyor. Son günlerde ‘Kadın ve erkek eşit değildir’ söylemleri, ‘fıtrat’ gibi kavramlar üzerinden kadınların insan haklarına yapılan saldırılar artış göstermektedir. Yaşamın her alanında artan şiddete ve yoksulluğa paralel bir şekilde kadınlara ve kadınların haklarına yönelik saldırılar da artmıştır. Buna rağmen kadınlar haklarından vazgeçmemekte, ataerkil söylemlere daha fazla ses çıkarmakta, erkek şiddetine ve baskılara karşı daha fazla mücadele etmektedir.
Kadınlığın sadece annelik ve bakım rolüne indirgendiği eşitlikçi olmayan söylemlerden vazgeçilmelidir. Örf, adet, namus, gelenek ve dinsel inanış şiddetin gerekçesi olamaz. Ev içi sorumlulukların paylaşımı konusunda cinsiyetçi önyargıların aşılması için politikalar üretilmelidir.
Kadınların bedenen, ruhen ve sosyal olarak iyilik halinin sağlanması için;
TPD Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi