TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
25 KASIM 2015
DÜNYA KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEME GÜNÜ
BASIN AÇIKLAMASI
Kadına Yönelik Şiddeti Önlemenin Yolu
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğini Gidermektir!
Ruhsal hastalıklar dünyanın her ülkesinde kadınlarda daha çok görülmektedir. Özellikle depresyon, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu gibi hastalıklar kadınlarda erkeklerden neredeyse iki kat fazla görülmektedir. Bu hastalıklar aynı zamanda kadınlarda daha şiddetli seyretmekte, kronik seyir sık görülmekte, standart tedavilere daha az yanıt alınmakta ve daha çok yeti kaybına yol açmaktadır. Kadınlarda ruhsal hastalıkların daha sık görülmesinin nedeni biyolojik ve hormonal farklılıklarla açıklanamaz. En sık görülen iki neden kadına yönelik şiddet ve bunun başka bir yüzü olan yoksulluktur.
Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eğitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, kaç çocuk doğuracağı, nasıl giyineceği hatta kimle evleneceği gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir. Kadınlar en sık eşleri, cinsel partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Kadına yönelik şiddet sonucunda kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme sağlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde sağlık problemleri ile karşılaşılmaktadır. Yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir. Kadına yönelik şiddetle ilgili tüm çalışmalar; yoksul kadınların, az okumuş kadınların, erken yaşta evlenen kadınların, çalışmayan ve ekonomik nedenler başta olmak üzere kendi yaşamını belirleme hakkı olmayan kadınların daha çok şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeye yönelik politikalar uygulayan ülkelerde, kadınların ruh sağlığında belirgin iyileşmeler gözlenmekte, depresyon başta olmak üzere ruhsal hastalıkların görülme oranı erkeklerle benzer düzeylere gerilemektedir. Bu nedenle ruh sağlığı uzmanları olarak kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi öncelikli hedeflerimizdendir.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde Türkiye Psikiyatri Derneği olarak yıllardır yayınladığımız basın açıklamalarına bu yıl daha da iç karartan rakamlarla devam ediyoruz. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 için yayınladığı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda ülkemiz 145 ülke arasında 130. Sırada yer almaktadır. 2014 yılına göre 5 sıra gerilemiştir. Bu rapor hazırlanırken ekonomik katılım, eğitime erişim, sağlık ve politik yetki alanlarında ülkelerdeki kadın erkek eşitliği değerlendirilmektedir. Ülkemiz ekonomik katılım göz önüne alındığında 145 ülke arasında 131. Sıradadır. 2006 yılında eğitimde 115 ülke arasında 92. Sıradayken, bu yıl 145 ülke içinde 105. Sıraya yerleşmiştir. Ülkemizdeki kadınların %56’sının bir banka hesabı bulunmamaktadır. Resmi rakamlara göre her 10 kadından birisi 15-19 yaşları arasında, çocukken evlenmektedir. 550 milletvekilinden sadece 82’si kadındır, 27 bakandan sadece 2 tanesi kadındır. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar, geri plandadır, yönetimsel işlerde yoktur, gelir sahibi değillerdir ve tüm bunların etkisiyle görünen odur ki kadına yönelik şiddet giderek artmaktadır.
Her gün gazetelere kadın cinayeti haberleri düşmektedir. Geçtiğimiz hafta bir kadın hekim meslektaşımız Aynur Dağdemir erkek şiddetinin kurbanı olmuştur. Ülkemizde boşanmak üzere olan ya da boşanmış kadınların %78’i eşleri/eski eşleri tarafından şiddete maruz bırakılmaktadır. Boşanma tamamlandıktan sonra bile kadınlar hedef alınmakta, son zamanlarda sık sık gördüğümüz gibi; onları korumaya çalışan, yanlarında olan yakınları, anneleri babaları akrabaları ya da birlikte çalıştıkları iş arkadaşları ile birlikte öldürülmektedir. Değerli meslektaşımız, birlikte çalıştığı bir diğer kadını eşinin gazabından kurtarmak isterken bıçaklanarak, yaşamını yitirmiştir. Hastane içinde güvenlik önlemleri yetersizdir, defalarca koruma talep eden ve koruma altında olan bir kadına eşi işyerinde bıçakla yaklaşabilmektedir. Elbette güvenlik tedbirleri kadına yönelik şiddeti önlemekte yetersizdir ancak bu boyutta bir güvensizlik hali, kadınların şiddete maruz bırakılmalarını ve hatta canlarını kaybetmelerini mümkün kılmaktadır.
Bu yıl Birleşmiş Milletler-Kadın Fonu 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü temasını ‘KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEME’ olarak belirlemiştir. Şiddet önlenebilir. Ancak gerekli mücadele bir virüsü ortadan kaldırmak kadar basit değildir. Aşısı, ilacı ya da tam şifası yoktur. Şiddeti önlemek ve korunmak için; “şiddet bilinci” geliştirmek, nasıl oluştuğunu, hayatın her alanına nasıl sızdığını anlamak tek yoldur. Birleşmiş Milletler (UN Women, WHO, ILO, UNFPA, UNESCO gibi bileşenlerle) 25 Kasım’dan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne kadar, cinsiyete dayalı şiddete karşı 16 günlük aktivizm çağrısı yapmıştır. “Dünyayı turuncuya boyayalım! (Orange the World)” kampanyası ile sokaklar, okullar ve mahallelerde etkinlikler planlanmaktadır. Turuncu daha parlak ve şiddetsiz bir geleceği sembolize etmektedir. 37. İstanbul Maratonu da bu kapsamda turuncuya boyanan etkinliklerden birisidir.
Şiddetten korunma stratejileri uzun süreli ve kalıcı kazanımlar için bütüncül olmalıdır. Toplumsal yaşamda barışçıl gibi görünen sosyal süreçlerle kadınları tahakküm altına alan, ekonomik, sosyal ve siyasal ilişki biçimlerinin dışında bırakan, kadın kimliğini güçsüzleştiren tüm bağımlılık ilişkileri şiddet bilinci çerçevesinde ele alınmalıdır. Cinsiyetçi, ayrımcı değer ve “norm”lar, kurallar, gelenekler incelemeye tabi tutulmalıdır. Çünkü en yaygın şiddet biçimi tahakküm altında olanların, kendilerini tahakküm altında tutanların yaratıp hakim kıldığı ilişki biçimlerini benimsemesi ve sürdürmesidir. Tahakkümün tüm görünümlerinin ortaya serilerek sorgulanması, şiddetin kendini yeniden üretmesine engel olur.
Bu yıl ülkemizin ve dünyanın her yeri kana bulanmıştır. Tanklar Paris’ten Cizre’ye kadar kentlerin kasabaların caddelerinde, sokaklarında seyretmeye başlamıştır. Son 50 senedir savaşlarda askerlerden çok siviller ölmektedir. Tecavüz Bosna Hersek’ten Irak ve Suriye’de yaşayan Ezidilere kadar hemen her coğrafyada savaş silahı olarak kullanılmaktadır. Dünyamız, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük sayıdaki mültecilerle de karşı karşıyadır. Ve bu mültecilerin sayıca en yoğun olarak bulundukları ülke Türkiye’dir. Savaşın olumsuz etkilerinden kaçan, göç yollarında yakınlarını, sevdiklerini yitiren, ulaştıkları yerde sıklıkla hoş karşılanmayan, türlü çeşit ekonomik zorluk yanında sürekli ayrımcılığa uğrayan kişilerin ruhsal açıdan sağlıklı olmaları, keyif aldıkları, mutlu oldukları bir yaşam sürdürmeleri neredeyse olanaksızdır. Kadınlar hem savaştan hem de göçten olumsuz etkilenmekte, cinsiyet eşitsizliği şiddetlenerek savaş koşullarında da devam etmektedir. Bir an önce barışın asgari koşulları oluşturulmalıdır.
Her 25 Kasım’da olduğu gibi kadına yönelik şiddetle mücadele için taleplerimizi diler getiriyoruz. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öncelikli talebimiz bir an önce barışın sağlanmasıdır. Mülteci ve sığınmacı olan kadınları korumayı ve desteklemeyi hedefleyen sosyal politikalar tüm dünyada hızla yaşama geçirilmelidir.
Kadına yönelik şiddeti azaltmanın tek yolu ise kadınların sosyal konumlarını yükseltmekten geçtiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Kadına yönelik şiddeti azaltmanın tek yolu toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır. Muhafazakar politikalar aracılığıyla evlere kapatılan, aile içinde yer almaları beklenen, ‘evlerinin kadını’, ‘çocuklarının annesi’ olan kadınların çok daha fazla şiddete maruz kaldığı akılda tutularak kadınların eğitim almalarının önü açılmalı, iş güç sahibi olmaları desteklenmeli, işyerlerinden, yerel yönetimlerden başlanarak kadınların söz sahibi olmalarını destekleyen politikalar geliştirilmelidir.
Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi