TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
10 EKİM DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ
BASIN AÇIKLAMASI
10.10.2015
10 Ekim, Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından 1992 yılından beri ruh sağlığına ve ruhsal hastalıklara dikkat çekmek amacıyla kutlanan bir gündür. Halen 135’den fazla ülkede yerel, bölgesel ve ulusal anma etkinlikleri ve programları yoluyla kutlanmaktadır. Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu 2015 yılı konusunu “hasta hakları” olarak belirlemiştir. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak geçmiş yıllarda olduğu gibi günün teması dışında ülkemizde yaşanan ruhsal sağlığı etkileyen konuları da ele almaya devam etmekteyiz. Bu yılın konusu olan “Hasta Hakları” yanında bölgemizde yaşanan savaş ortamının ruhsal sağlığımıza etkilerini irdeleyen “Neden Barış” basın açıklamalarımızla 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı gününde ruhsal sağlığımıza önemine dikkat çekmek istiyoruz. Ruh sağlığı çalışanların dünya ruh sağlığı gününü kutlarız.
HASTA HAKLARI
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü teması bu yıl Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından “hasta hakları” olarak belirlendi. Bu bağlamda Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde hasta hakları konusundaki uygulamalara ve bu durumun psikiyatrik yansımalarına dikkat çekmek istedik.
Hasta Hakları ile ilgili ilk çalışmaların 1970'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu süreçte Amerikan Hastane Birliği 1973 yılında "Hasta Hakları Beyannamesi"ni yayınlamıştır. Ulusal bir beyanname olmasına karşın bu konuda bilinen ilk belgedir. Hasta Hakları'nda yapılan ilk uluslararası girişim ise, 1981 yılında Dünya Tıp Birliği tarafından Lizbon Bildirgesinin kabul edilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Bu kavram Dünya Sağlık Örgütü'nün dikkatini çekerek konuya ilgi göstermesine sebep olmuştur. 1994 yılında Dünya Sağlık Örgütü "Avrupa'da Hasta Haklarının Geliştirilmesi, Amsterdam Bildirgesi" kabul edilmiştir. 1995 yılında ise Dünya Sağlık Örgütü,1981'de kabul edilen Lizbon Bildirgesinin kapsamını genişleterek zenginleştirmiştir. Bu bildirgeler bazı ülkelerin yasal düzenlemelerini gözden geçirerek, Hasta Haklarına uygun şekilde yeniden düzenlemelerine de sebep olmuştur. Bu gelişmelerin ülkemizde de yankıları olmuş, konunun ülke çapında gündeme gelmesini sağlamıştır. Böylelikle hasta-hekim ilişkilerini tek başına düzenleyen tıp etiği yönetmeliklerinin yetersizliği gündeme gelmiştir.
Ülkemiz sağlık hizmetlerinde hasta hakları uygulamalarına dair ilk yönetmelik 1998’te yayınlanmıştır. Resmi gazetede yer alan haliyle hasta hakları kapsamı “Sağlık Hizmetlerinden Faydalanma Hakkı, Bilgi İsteme Hakkı, Sağlık Kuruluşunu Seçme ve Değiştirme Hakkı, Kayıtları İnceleme Hakkı” başlıkları altında biçimlenir. Bununla birlikte sorumlu tarafların da yasal çerçevede birlikte belirlendiği yönetmelik Ekim 2003’e dek çıkarılamamıştır. 2003’te Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan hasta hakları yönergeleri ile konu gündeme gelmiştir. Yenilenmiş biçimiyle Nisan 2005'te yayımlanan "Hasta Hakları Uygulama Yönergesi", sağlık kurumlarında hasta haklarını uygulamaya geçirmek amacını taşımaktadır. Bu yönergede, hasta hakları uygulamalarının yaygınlaştırması ve standart hale getirilmesi planlanmıştır. Bu yönergeler ile Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda hasta haklarına ilişkin uygulamalar, gerek hastalar gerekse sağlık çalışanları açısından ilk kez açık biçimde sağlık hizmetlerinde yer almaya başlamıştır.
8 Mayıs 2014’de yeni ekleriyle güncellenmiş hali resmi gazetede yayınlanan yönetmelikte yer alan yeterlik tanımı ruh sağlığı uzmanları adına daha da dikkat çekicidir. Şöyle ki yeterlik: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan onay verenin önerilen tıbbi müdahalede karşılaşabileceği ya da reddettiğinde doğabilecek sonuçları makul bir şekilde anlama ve değerlendirme yeteneğine sahip olma hali olarak tanımlanmaktadır. Bu ibare “yaşı küçük olan, akıl zayıflığı veya sarhoşluk hali içindeki bireylerin kendilerine yapılması önerilen tıbbi müdahaleye ilişkin bilgi alma, onam verme veya vermeme hakları yoktur” biçiminde de okunabilir. Bu koşullarda yaş küçüklüğü ile akıl zayıflığı ve sarhoşluk aynı derecede ayırt etme kudretinde kabul edilmektedir. Yasal ve tıbbi açıdan bu bağlamda yaş sınırını kabaca “reşit olma hali” olarak yorumlayabilirsek de sarhoşluk ve akıl zayıflığının ölçütleri nelerdir, hastaneye acil başvuran bir hasta için bu karar neye göre ve kim tarafından verilebilir yönergede belirlenmemiştir. Bu durum hasta haklarına dair açık bir ihlal olmakla birlikte, kişinin anayasal haklarının çiğnendiği gerekçesiyle açılacak hak arama davalarıyla da yine hekimlerin yüz yüze kalacağı kaygısı oluşturmaktadır.
Ne yazık ki yönetmelik hazırlanırken böyle önemli iz düşümleri oluşturabilecek bir konuda dair meslek örgütümüzden hiçbir biçimde görüş alınmamıştır.
Yönetmelik ilk kez kapsamlı, bütünsel ve uygulamalı biçimde yasal zeminde hasta haklarının ele alınması açısından önemli bir adım olarak memnuniyet vericidir. Bununla birlikte hasta haklarının “yönergede belirlenen şekilde” ibaresi ile tanımlanması bile bu konuda atılacak daha çok adım olduğunu göstermektedir.
Aynı kapsam içerisinde hasta özerkliği daha çok doktor seçimi, sağlık hizmetlerine ulaşım, yararlanma ve bilgilenme düzeyinde ele alınmış, hasta mahremiyeti daha muğlak ve üstü kapalı olarak yer bulmuştur. Oysa ki hasta mahremiyeti hasta özerkliğinin ilk şartıdır.
Çıkartılan yönetmelikler elbette ki dayanılan yasal çerçeveyi çizmesi sebebiyle çok önemli olsa da sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, herkese eşit, kolay ve kaliteli bir biçimde ulaşımının sağlanması açısından yönetmelikle birlikte temel bir zihniyet değişimine de ihtiyaç vardır. Kişinin özel hayatına dair ihlallerin, hele hele izni olmaksızın kişisel tıbbi bilgilerinin elden ele dolaşmasına olanak veren bir sağlık sisteminin içerisinde hasta haklarından söz etmek inandırıcı olmaz.
Bununla birlikte kötü koşullarda, yetersiz sürelerde “parça başı” mantığıyla iyileştirimi değil hasta sayısı ve üretilen iş miktarındaki artışı ön planda tutan ve hastaneleri kar getiren ve getirmeyen kurumlar, sağlık çalışanlarını da salt bu kurumların değersiz birer elemanları olarak gören, hastaları memnuniyeti dolayısıyla tekrar gelmesi beklenen müşterilere indirgeyen bir sistemin hak kazanımını değil, ancak sağlıkta şiddeti doğurduğunu üzülerek görmekteyiz. Sağlık çalışanları ve hastaları ayrı taraflar olarak git gide birbirine yabancı hale getiren, olup biten her türlü sorunu da çalışanlarına fatura eden bu sistemde ne yazık ki sadece hasta hakları değil insan hakları ihlalleri de kaçınılmazdır.
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak,
Hastalarımız adına,
Hekimleriyle tıbbi değerlendirmenin yapılacağı azami bir sürede, özellikle psikiyatrik bir değerlendirmenin ön şartı olan, insani ilişkiler de kurabileceğimiz muayene süreleri,
Hastalarımızla karşılıklı taraf değil birlikte daha iyiye taşıyabileceğimiz yüksek kalitede sağlık hizmeti verebilmeyi,
Gerçekçi ve samimi olarak hak ihlalleri ve sağlık hizmetlerinin kalitesine yönelik yatıştırıcı değil, tekrarı önleyici düzenlemeler yapılmasını istiyor ve diliyoruz.
Hastalarımızın da tarafı olmak adına hazırlanan yönergelerde tüm uzmanlık dernekleri gibi bizim de görüşümüz alınmalı diyoruz.
Daha fazla gazetelerin 3.sayfalarda yer alan doktorun yanlış tedavisi sonucu…ile başlayan haberlerin ve Ersin Aslanlar’ın olmadığı bir sağlık sistemi için çalışmayı sürdüreceğiz.
Uzm. Dr. Burcu Rahşan Erim