TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ HÜKÜMETE UYARI BASIN AÇIKLAMASI

psikiyatri.org.tr /

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ HÜKÜMETE UYARI

BASIN AÇIKLAMASI
 
2. Haziran.2013
 
6 gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler; insanların devletin kendi yaşama tercihlerine müdahale etmesine, hükümetin kendi politik inançları doğrultusunda tüm toplumun yaşam tarzını düzenleme çabalarına, ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının tüm doğa varlığının daha çok ‘kazanç’, daha çok ‘yatırım’ uğruna yok edilmesine ve Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla, bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla kendi halkına yaptığı zulümlere, verdikleri bir yanıttır.
 
Demokrasilerde hükümetler sadece kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın yararını göz önünde tutmak zorundadır. İktidarlar, halklarının kendilerine biat etmesini talep edemez tam tersine halkın taleplerini demokratik yollarla dile getirmesini desteklemekle yükümlüdür. 
 
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin takipçisi olmaya çalıştık.
 
           Bilge Köyü’ndeydik, Uludere’deydik, Reyhanlı’daydık.  Tüm travma mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya, seslerini duyurmaya çalıştık.
 
        Uygulanan vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini ortaya koyduk. Dereleri, köyleri yok edilen insanların yasına ortak olduk. Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının açtığı yaraları, sosyal dışlanmayı, ayrımcılığı anlatmaya çalıştık.
 
          Kadınların tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla düzenlenmesine itiraz ettik. Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin vermesi gerektiğini savunduk.
 
          Sağlıkta dönüşüm sistemiyle hastaların ‘hasta’ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri’ olmasına, paraları kadar sağlık hizmeti alabilmelerine karşı sesimizi yükselttik.
 
         Barışı sağlama yolunda, silahların susmasının öncelikli olduğunu ama yeterli olmadığını, birbirimizle, geçmişimizle yüzleşmeyi, hesaplaşabilmeyi, ortak bir toplumsal bellek oluşturmak için çalışmak gerektiğini söyledik. Sivil silahlanmaya karşı koymaya çalıştık.  
 
       Tüm dünyada, her coğrafyada yüzyıllardır insanların sosyal yaşamda alkollü içecek tüketmelerinin ruhsal hastalık, bağımlılık olarak kabul edilemeyeceğini söyledik. Alkol bağımlılığı gelişmesinin önlenmesine dair yapılan yasal düzenlemelerin Türkiye’deki alkol bağımlılığı gelişme oranları ile oransız olduğu, burada da ‘orantısız şiddet’ kullanıldığını,  kamusal alanlarda kendi kültürümüzde yerleştiği şekliyle kırlarda, dere kenarlarında, pikniklerde, deniz kenarında alımının kısıtlanmasının alkol kullanım bozukluklarının gelişimi ile ilişkisiz olduğunu ve sözde toplum ruh sağlığı gözetilerek muhafazakarlığa kılıf bulunduğunu söyledik.
 
        Tüm insanlık tarihi boyunca her coğrafyada, her toplumda var olan eşcinselliğin bir ruhsal hastalık ya da normal dışı bir davranış olmadığının altını defalarca çizdik. Meclis duvarlarından yükselen ve eşcinsel insanların varlığını tanımayan, hastalıklı olarak gören her sese karşı eşcinselliğin 40 yıldır uluslararası ve ulusal hekim örgütlerince heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edildiğine dair bilimsel açıklamalarda bulunduk. Eşcinsellerin, biseksüellerin, transseksüellerin ruh sağlığını bozan şeyin ayrımcılığa uğramaları olduğunu ve hükümetlerin bu ayrımcılığı azaltacak yasal düzenlemeler la sorumlu olduğunun altını çizdik. Tıpkı alkollü içeceklerin kullanımında olduğu gibi sahte, geçersiz, güncel olmayan bilimsel açıklamalarla yükselen muhafazakar anlayışın dayatılmasını ve eşcinsellerin yok sayılmasını, en temel insani haklarını kullanmalarının kısıtlanmasını kınıyoruz.
 
Bugüne kadar bu ülkenin psikiyatristleri olarak biz yukarıda saydığımız açılan tüm ruhsal yaraları tedavi etmeye, yaralananlara şifa bulmaya çalıştık. Ama artık hükümeti uyarıyoruz. Tıpkı en yakınında, en sevdiği annesinden babasından gelen fiziksel şiddetin çocuğun ruh sağlığına açtığı onulmaz yaralar gibi, kendi hükümetinin kendi yöneticilerinin kendi halkına açtığı bu savaşın yara izleri kapanmayacaktır. Bugün ülkenin tüm kentlerinden yükselen insanları kör eden, kalp krizi geçirten, öldüren biber gazlarının, insanların kemiklerini unufak eden tazyikli suların yaraladığı şey sadece beden değildir. Ve ruhsal yaraların izleri beden iyileştikten sonra bazen ölene kadar bizleri etkiler. Biz psikiyatristler bu yaraları kapatamayacağız.
 
HÜKÜMETLER;
 
ADİL ŞEKİLDE YÖNETMEYİ VADETTİKLERİ İNSANLARININ TALEPLERİNİ TIPKI BİZ PSİKİYATRİSTLER GİBİ DİNLEMELİ, DERTLERİNİ ANLAMAYA ÇALIŞMALIDIR,
 
KENDİSİNE YÜKSELEN İTİRAZLARI BİBER GAZLARI VE TAZYİKLİ SULARLA BASTIRAMAZ, KENDİ VATANDAŞLARINA ÖLÜMCÜL ŞEKİLLERDE SALDIRAMAZ!
 
 
 
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ

------------------------------------------------------------------------------------------

 

A HUMANITARIAN CALL TO THE GOVERNMENT OF TURKEY

 

PRESS RELEASE

 

 

June 2, 2013

 

A very extra-ordinary social movement started in Istanbul 6 days ago and spread across Turkey and other major cities of the World.   At the core of the reaction was the Turkish government’s decision to demolish the historical Taksim Gezi Park in the center of Istanbul for the re-development of the area by building a commercial building in the form of an old Ottoman military building.  Besides the environmental concerns, the movement evolved into a public response to the government’s excessive and recently increasing intervention in people’s lives; its attempts to regulate the society’s way of living; its ambitious economic agenda which envisages the destruction of many natural assets of Turkey with little public discussion, from trees and hills to wildlife, for the sake of commoditization and foreign direct investment; and ruthless persecution of its own people who legitimately exercise their constitutional rights of peaceful assembly and free speech across all Turkey, with all means necessary, using weapons, aerial vehicles, panzers, tear-gas and other forms of little known chemical substances, and of course pressurized water.

In democracies, governments have to take into account the interests of all its people, not only those who have voted for them. Governments cannot demand the public to obey them. On the contrary, governments are liable to encourage the public for the democratic expression of their demands.  

As the Psychiatric Association of Turkey, we have tried to follow all the unfortunate events which have occurred in Turkey in the last few years.

We were in Bilge Village. We were in Uludere. We were in Reyhanlı. We have tried to dress the wounds of and be the voice for all trauma victims and survivors. 

We have tried to tell about the wounds inflicted upon human psyche by brutal and unchecked neoliberal policies. We have tried to demonstrate that depression has become a disease spreading among all people in Turkey, and show the relationship between depression and the living, working and housing conditions of people. We have shared the bereavement of people whose water resources and villages have been destroyed. We have tried to illuminate the undesired consequences of the poor getting poorer, while the rich getting richer as well as of social exclusion and discrimination. 

We have stood against the tightening regulations concerning women’s decisions about their own body forcing the rape victims to carry the fetuses conceived from rape, and politician’s public suggestions on the number of children a woman will give birth to.  As the psychotherapy can be a cure only into a limited extent in such conditions, we have advocated that the reason behind female homicides on the streets of this country is not the mental disorders of people, and the solution is not psychotherapy but the true establishment of equality of women and men, which can only be achieved through educating women, creating sustainable job opportunities, developing women’s social status and ensuring that women can make their decisions about their own lives.

We have raised our voice against the transformation of the health system in Turkey, which has turned the “patients” into “customers”, who can receive as much health service as their money can buy.

We have said that silencing the weapons is the first but not the only step required for building the peace; that we need to learn how to confront and come to terms with our history and work hard to create a common social memory. We have tried to stand against civil armament.

We have said that nowhere around the world is the consumption of alcoholic drinks in social lives considered a mental illness or an addiction for centuries. We have stated that considering the rate of real alcohol addiction in Turkey the regulations for the prevention of alcohol were disproportional; which only proved to be another example of “disproportionate force” exercised by the government. We have also revealed that the prohibition on buying alcohol in the wilderness areas, stream-sides, picnics and seaside, traditional public spaces in Turkish culture, has nothing to do with the development of disorders, and is the result of disguising conservatism under the pretense of the so-called protection of society’s mental health.

We have underlined, again and again, the fact that homosexuality that has existed in all geographies through the human history is neither a mental disorder nor abnormal. Against the voices raising from the parliament denying the existence of homosexual people and considering homosexuality as an illness, we have made scientific statements explaining that for 40 years homosexuality has been accepted as a healthy state just like heterosexuality by the international and national medical associations. We have emphasized that what causes mental disorders in homosexuals, bisexuals and transsexuals is the discrimination against them, and governments are responsible for making legal arrangements to reduce this discrimination. As in the issue of the consumption of alcoholic drinks, we do condemn the imposition of conservative mentality ignoring homosexuals and depriving them of their basic human rights to choose their sexual orientations and freely express such orientations, as such mentality is being promoted by pseudo-scientific, untrue and outdated scientific statements.

As the psychiatrists of Turkey, we have, up until today, made every effort to heal all the mental wounds we mentioned above. But today we warn the government. Just like the incurable wounds inflicted upon the mental health of a child as a result of the physical violence of his/her most loved mother or father, the wounds of this war declared by the government and governors against their own people cannot be healed. Today, the tear gas and other unknown chemicals that cause people to be blind, have a heart attack or die, and pressurized water that breaks human bodies into pieces do not only hurt bodies; the associated mental scars shall persist to affect us even long after the body is healed, sometimes till the day we die. As psychiatrists, we cannot be able to heal these wounds.

 

 

JUST AS WE, PSYCHIATRISTS, DO, GOVERNMENTS SHOULD LISTEN TO THE DEMANDS AND TRY TO UNDERSTAND THE PROBLEMS OF THEIR PEOPLE TO WHOM THEY HAVE PROMISED EQUAL TREATMENT.

GOVERNMENTS CANNOT SUPPRESS THE OBJECTIONS AGAINST THEM USING TEAR GAS AND PRESSURIZED WATER OR DEADLY ATTACK THEIR OWN PEOPLE!


PSYCHIATRIC ASSOCIATION OF TURKEY