“Söz Sözdür; Kadına Yönelik Şiddeti Azaltmak İçin Eylem Zamanı”

psikiyatri.org.tr /

 

 

 

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN AÇIKLAMASI

 

“Söz Sözdür; Kadına Yönelik Şiddeti Azaltmak İçin Eylem Zamanı”

 

‘Kadınların bedenini kontrol altına almaya yönelik baskılar, kadınların bedensel ve ruhsal sağlıklarında ciddi sorunlara yol açmaktadır’

 

Kadına yönelik şiddeti azaltmanın temel çözümünün toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak olduğu açıktır ve bu konudaki tüm uluslararası anlaşma ve sözleşmeler devletlerin her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamasını garanti altına almaya çalışmaktadır. Birleşmiş Milletler,bu uluslararası anlaşmaları imzalayan devletlerin hükümetlerini yasa çıkarmanın yeterli olmadığı konusunda uyarmakta ve çıkarılan yasaları uygulamaya geçirmeye davet etmekte, toplumsal cinsiyet eşitliğini yaşama geçirmek için eğitimsel, kültürel, bilimsel, teknolojik ve özellikle medya aracılığı ile iletişimsel müdahale yöntemlerinin geliştirilmesini önermektedir. Kadına yönelik şiddet kadın ruh sağlığı ile doğrudan ilişkilidir. Tüm dünyada kadınlarda ruhsal hastalıklar çok daha sıktır, kadına yönelik şiddet azaldıkça ve toplumsal cinsiyet eşitliği sağlandıkça kadınların ruh sağlığı ile ilgili tüm parametrelerde düzelme görülmektedir. Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2012 toplumsal cinsiyet eşitliği göstergelerinde 135 ülke arasında 124. sıradadır. 2011’de 122. sıradayken biraz daha gerilemiştir. Bu gerilemeden endişe duyuyoruz.

Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddeti azaltmak için harcanan çabalar, yapılan hukuki düzenlemeler ve uygulanmaya çalışılan adli  önlemler yeterli değildir. Kadına yönelik şiddet sadece fiziksel şiddetle ya da kadın cinayetleri ile sınırlı değildir. Tüm dünyada ve ülkemizde kadınlar fiziksel, sözel, cinsel, psikolojik ve ekonomik olarak şiddete maruz kalmaktadır. Kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel şiddet olduğunu düşünmek ve alınacak kapsamlı polisiye önlemlerle şiddet oranlarının azaltılabileceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Ülkemizde kadına yönelik şiddet için resmi rakamların hala yayınlanmıyor olması üzücü ve düşündürücüdür. Bazı günlerde gazetelere yansıyan 5-6 kadın cinayeti haberi durumun vahametini ortaya koymaktadır.

Kadına şiddetin temelinde kadınları kontrol altına alma ve ataerkil, patriyarkal zihniyetin kendi çıkarları doğrultusunda  kadınları yönetme isteği vardır.  Ülkemizde yaşayan kadınların çoğunluğununeğitim alıp almayacağı, ne kadar süreyle eğitim alacağı, meslek sahibi olup olmayacağı, ücretli olarak çalışıp çalışmayacağı, nasıl giyineceği, ne zaman, kimle evleneceği, kaç çocuk doğuracağı gibi kendisi ile ilgili hayati konularda ‘aile’ sinin erkekleri, önce babaları sonra kocaları karar vermeye çalışmaktadır. Tüm bu kararların dışına çıkan, kendi yaşamını kendi seçimleriyle sürdürmek isteyen kadınlar da farklı şekillerde şiddete maruz kalmaktadır.

Ülkemizde iktidar, kadınları ve son yıllarda özellikle kadınların bedenini kontrol etmeye çalışmak için yoğun çaba harcamaktadır. Kadınların kaç çocuk doğurması gerektiği ülkenin yöneticileri tarafından bildirilmekte, istemedikleri gebeliklerini sağlık güvenceleri aracılığıyla kamu hastanelerinde sona erdirmeleri zorlaştırılmakta, özel muayenehanelerde tıbbi kürtaj işlemi yasaklanarak kadınların güvenli tıbbi koşullarda gebeliklerini sonlandırması  önlenmeye çalışılmaktadır.Bunun acı faturaları olacağı yıllar içinde görülecektir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyonu’nun Temmuz 2012’de yayınladığı raporda her yıl dünyada binlerce, on binlerce kadının özellikle de yoksul, düşük sosyal statüdeki kadının gebelikle ilgili nedenlerle yaşamını yitirdiğine, 10-15 milyon kadının çeşitli ciddi gebelik komplikasyonları nedeniyle sağlıklarının bozulduğuna dikkat çekilmektedir. Sadece 2010 yılında dünyada 287.000 kadın gebelikle ilgili nedenlerle yaşamını yitirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü bu ölümlerin %88-98’inin yeterli tıbbi bakımla önlenebileceğini tahmin etmektedir. Aynı raporda, gebeliğin sonlandırılmasının yasal olarak düzenlenmesinde zaman sınırı konulmasının kadınlar açısından olumsuz sonuçları olduğu bildirilmektedir. Zaman sınırı nedeniyle kadınlar güvenli olmayan yollarla gebeliklerini sonlandırmak zorunda kalmaktadır.(1).

Dünya Sağlık Örgütü 2012 yılında yayınladığı ‘Güvenli Düşük: Sağlık Sistemleri için Teknik ve Politik Rehber’ inde dünyada her yıl yaklaşık 22 milyon gebeliğin güvenli olmayan şekilde sonlandırıldığını ve bunun çoğunluğunun gelişmekte olan ülkelerde olduğunu bildirmektedir. Yaklaşık 47.000 kadının bu nedenle öldüğü ve 5 milyon kadının bu nedenle ciddi şekilde sakat kaldığı tahmin edilmektedir (2). Gebelikte ölümün önemli nedenlerinden birisi de şiddete maruz kalmaktır. Gebelik döneminde kadınlar eşleri/cinsel partnerleri tarafından daha fazla şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Şiddete maruz kalmak sadece bedensel sağlığı bozmamaktadır. 2001 yılı Dünya Sağlık Raporu şiddete maruz kalmakla intihar ilişkisini gözler önüne sermektedir (3). Gebelikte intihar yaygın olmasa bile gebelikte ortaya çıkan intiharlara bakıldığında istenmeyen gebelikler, yoksulluk, fiziksel/cinsel taciz ve kendini kapana kısılmış gibi hissetmekle ilişkili olduğu bildirilmektedir  (4). Özellikle adölesanların istenmeyen gebeliklerde, kürtaja ulaşma şansı düşük olduğunda intihar oranları yükselmektedir. Özellikle 25 yaş altı, istenmeyen gebeliklerde kadınların intihar oranları artmaktadır. Dünyada kürtajın yasaklandığı ülkelerde gebelik ve doğuma bağlı komplikasyonlar ve anne ölümleri yüksektir.

Ülkemizdeki intihar istatistiklerine kadına duyarlı bir açıdan bakıldığında çok düşündürücü veriler mevcuttur. Türkiye İstatistik Kurumunun 2011 yılında yayınladığı ‘İntihar İstatistikleri’ne göre, 2002-2011 yılları arasında ülkemizde genel olarak dünyada olduğu gibi erkek intiharları yüksekken, ilginç bir şekilde 15-29 yaş grubunda kadın intiharları erkek intiharlarının önüne geçmiştir. 15-19 ve 20-24 yaş arasındaki kadın intiharlarında sıklıkla nedeninin bilinmemesi dikkat çekicidir. 2011 yılında 15-19 yaş arasında intihar eden 179 kadının 111’inde neden bilinmezken, 22’si aile geçimsizliği, 22’si istediği kişi ile evlenememe, 12’si hastalık ve 3’ü öğrenim başarısızlığı nedeniyle intihar etmiştir. Tüm yaşlar göz önüne alındığında ise kadın intiharlarının çoğunun nedeni bilinmemektedir (5). Bu ‘nedensiz’ intiharların nedenlerinin ne olduğu konusunda akıl yürütmek zor değildir, kadına yönelik şiddet her şekilde kadın ruh sağlığını bozmakta ve bazen kadınları intihara sürüklemektedir. Aile içi şiddet sıklıkla örtbas edilmektedir. Ülkemizde de erken evlenen kız çocuklarının oranının yüksek olduğu bölgelerde kız çocuklarının intihar oranlarının yüksek olması dikkat çekicidir.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği tarafından hazırlanan 2010 tarihli raporu  halen ülkemiz genelinde yapılan her dört evlilikten birinin, bazı bölgelerimizde ise her üç evlilikten birinin çocuk evliliği olduğunu söylemektedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2006 yılında yaptığı Aile Yapısı Araştırması’ nda ise rakamlar dehşet vericidir; 18 yaş altında evlenen kız çocuklarının oranı %31.7, erkek çocuklarının oranı ise %6,9’dur. 2003 yılı Türkiye Üreme Sağlığı Programı raporuna göre, Türkiye’deki 19 yaş ve altı çocukların %20.7’si yani 5’te biri gebedir ya da ilk doğumunu yapmıştır. Kendileri çocukken bir çocuğun sorumluluğunu almak zorunda kalan kız çocuklarında ruhsal hastalıklar çok daha sık görülmektedir. Tüm dünyada kız çocuklarının gelenekler gereğince erken evlendirildiği bölgelerde kadına yönelik şiddet oranları da çok daha yüksektir ve kadın ruh sağlığının kötü olmasının en temel nedenlerinden birisidir.

Kız çocuklarını daha erişkin olmadan evlendiren zihniyet yapısı kız çocuklarının eğitim almasını ve nitelikli meslek sahibi olmasını engellemektedir. Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2011 örgün eğitim istatistikleri de halen 3 kız çocuğundan birinin (%33,9) orta eğitime ulaşamadığını göstermektedir. Son 20 yıl içinde bu orandaki azalma sevindirici bile olsa 4+4+4 modeli ile kız çocuklarının örgün eğitime devam etmesi konusunda endişe yaratmaktadır. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri ve bu rollerin erkeklere yüklediği evin geçimini temin etmek gibi sorumluluklar nedeniyle aileler öncelikle erkek çocuklarının eğitimini finanse etmeyi tercih etmektedirler. 4+4+4 modeli ile cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanacak tüm diğer nedenler yanında bilimsel verileri de dikkate aldığımızda; özellikle yoksul aileler kız çocuklarını daha az maliyet nedeniyle evde, erkek çocuklarını örgün eğitim sisteminde okutmayı tercih edebilecek ve bu durum yoksulluğun, özellikle de kadın yoksulluğunun artışına yol açacaktır.

Ülkemizde kadınların daha düşük statüde yaşamlarını sürdürmelerini pekiştiren düzenlemeler nedeniyle 1980’de %48 olan kadın istihdamı %26’lara gerilemiştir. Şu anda OECD ülkelerinde kadın istihdam oranı %61,8’dir. Ülkemizde kadınların yeri ev içiymiş gibi davranılmakta, kadın istihdamı azalmakta, kadınların eğitim almasının yeterince teşvik edilmemesi ile kadınlar ya ömürleri boyunca niteliksiz, güvencesiz işlerde düşük ücretle çalışmakta ya da evde ev işleri, hasta ve çocuk bakımı gibi işleri karşılıksız şekilde yerine getirmeleri beklenmektedir. Halen ciddi işsizlik sorunu olan ama nitelikli, donanımlı işgücünün eksik olduğu ülkemizde kadınların istihdam oranını arttıran, kadınların meslek sahibi olmasını sağlayacak sosyal politikalar yerine kadınların 3, 5 çocuk doğurması istenerek kadının düşük statüsü perçinlenmekte, sonraki kuşaklardaki kadınlar doğmadan önce düşük statüye mahkum kılınmaktadır.

Tüm bunlar kadına yönelik şiddetin başka çeşitleri olsa da bir yandan da kadına yönelik fiziksel şiddet ve kadın cinayetleri başta olmak üzere her türlü şiddeti arttırmakta ve kadın ruh sağlığına tahripkar etkilerde bulunmaktadır.

 

Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bir 8 Mart’ta daha tekrarlamak istiyoruz;

 

·         Birçok ruhsal hastalık kadınlarda erkeklerden fazla görünmektedir. Her 4-5 kadından biri yaşamı boyunca en az bir defa majör depresyon geçirmekte ve majör depresyon geçirenlerin yarıya yakınında hastalık kronikleşmektedir.

·         Kadınların ruh sağlığını etkileyen sosyal faktörlerin en başında şiddet ve yoksulluk bunlar dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliği gelmektedir ve ülkemizin önemli bir sorunudur.

·         Ülkemizde halen erkeklerin yanında ikinci sınıf konumda yer alan kadınların sosyal statülerinin yükseltilmesi için toplumsal cinsiyet eşitsizliği göstergelerini düzeltecek eylem planları hızla hazırlanmalı ve hazırlanan eylem planlarının hayata geçirilmesi için çaba harcanmalıdır. Kız çocuklarının okullaşması ve eğitim süresi arttırılmalı, sıkı yasal düzenlemelerle çocuk evliliklerinin önüne geçilmeli, kadın istihdamı yükseltilmeli, kadınların her alanda erkeklerle eşit temsiliyetinin sağlanması için hızlı sosyal politikalar geliştirilmelidir.

·         Son yıllarda ülkemizde kadın bedeni üzerinde yapılan düzenlemeler kadına yönelik şiddetin bir parçasıdır, Türkiye Devleti imzaladığı bir çok uluslararası sözleşmeye uygun davranmamaktadır.Ülkemizin yöneticilerinin verilen sözlere, anlaşmalara uymasını, Birleşmiş Milletler’in bu 8 Mart için seçtiği ‘Sözümüz Sözdür’ temasına uygun davranmasını bekliyoruz.

·         Kadının adının ve kimliğinin görünür ve eşit kılındığı bir ülkede yaşamak için Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bu 8 Mart’ta da alanımızla ilgili kadına yönelik her türlü şiddeti azaltmaya ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik tüm girişimlere bilimsel destek sağlama arzumuzu bir kez daha yineliyoruz.

 

 

TPD Merkez Yönetim Kurulu adına

Doç.Dr. Ayşe Devrim Başterzi

 

TPD Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi adına

Prof.Dr. Şahika Yüksel