Kadın Cinayeti Sonrası Haksız Tahrik İndirimine İlişkin Yargı Kararı Hakkında

Basına ve kamuoyuna,

Geçtiğimiz hafta basına yansıyan bir yargı kararı ülkemizde kadın cinayetlerinin neden ve nasıl politik olduğunun somut ve vicdanları yaralayan bir örneği olmuştur. 2020 yılında işlenen bir kadın cinayetinde ceza mahkemesi, müebbetle yargılanan katile ‘Cinsel ilişkiyi reddetmek erkekte elem ve öfke yaratır’ gerekçesiyle cezada indirim uygulamış, faile 18 yıl hapis cezası vermişti. Yerel mahkemenin kararı, verilen cezada usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığına kanaat getirilerek istinaf mahkemesinde onaylanmış, sosyal ve ruhsal açıdan topluma, kadınlara ve geleceğimize yönelik çok ağır bedelleri olacak bu karar maalesef aynı gerekçelerle yargıtay tarafından da onaylanmıştır. Bu hali ile yargı kararı erkeğe, cinsel ilişki teklifini reddettiği için kadına şiddet uygulayabilme hakkını vermiş, cinsel ilişkiyi reddetmek bir kabahat ve erkeği suça teşvik etmek sayılmış, bir erkeğin öfke ve şiddetli elem duygularının etkisi altında kalıp kadını öldürebileceği adalet sistemince gerekçe olarak kabul edilmiştir.

Gelinen noktada erkek şiddetini bu derece meşrulaştıran yargı kararı, çok ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu, kadına yönelik şiddetin bu kararla meşrulaştırılarak farklı bir noktaya taşındığı, tüm adalet sisteminin, hukuk eğitimin, toplumsal ve kamusal tüm politikaların acilen gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Erkek egemen kültürde şiddet uygulayıcıları yasaların oluşturulmasından uygulanmasına dek her aşamada korunmakta, cesaretlendirilmekte ve hatta desteklenmektedir. Devletin ise kadınların yaşam hakkını korumada nasıl yetersiz kaldığı, ne yazık ki önlenebilir her bir ölümle, fail erkeklerin cezasızlıkla ödüllendirilmesiyle ve hanelerinde şiddetin gölgesinde yaşayan kadınların öyküleri ile hepimizin tanık olduğu bir gerçektir. Hemen her gün hatta bu satırlar yazılırken bile alınan ölüm haberleri devlet kurumlarının bu sorumluluğu açıkça üstlenmediğini ve kadına yönelik şiddetin doğrudan ya da dolaylı bir parçası haline geldiğini ortaya koymaktadır.

Ceza kanununda rıza dışı cinsellik suç olmasına rağmen erkeğin cinsel dürtülerini kontrol edemeyeceği ve bu nedenle saldırganlaşmasının beklendik olduğuna dair hukuki yorumun bilimsel bir açıklaması olmadığı gibi, faili mağdur gibi göstermeye, kadının rızasını yok saymaya, şiddeti, istismarı ve cinsel saldırıyı meşrulaştırmaya ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini beslemeye hizmet edeceği ortadadır. Her yıl yüzlerce kadının tanıdıkları, en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürüldüğü, tecavüze uğradığı, yargıya bildirilemeyen sayısız hane içi cinsel ve fiziksel saldırının olduğu, kadına yönelik şiddetin bir halk sağlığı sorunu haline geldiği bir toplumda böyle bir kararın verilmesi kabul edilemez.

Kadınların yaşam hakkı, fiziksel güvenliği ve ruh sağlığının; devletin, kurumların, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun ortak sorumluluğu olduğunu söylerken toplumsal, mesleki ve insani sorumluluğumuz gereği kadınların eşit yurttaşlar olarak görülmediğini gösteren ve şiddeti meşrulaştıran uygulamalara karşı sessiz kalamayız, kalmayacağız.

Bir erkeğin bir kadını cinsel ilişki teklifi kabul edilmediği için öldürmesini hafifletici ve meşru neden kabul eden bir mahkeme, ardından gelen tüm itiraz aşamalarında kararı onaylayan bir hukuk sisteminin bulunduğu bir ülkede sadece kadınların değil başta çocuklar olmak üzere tüm yurttaşların yaşam hakkı ve özgürlükleri tehdit altındadır. Toplum vicdanının ve adalete duyulması elzem olan kamusal güvenin daha da fazla yara almasına sebep olan, suçu ve tecavüzü meşrulaştırmak, gerekçelendirmek anlamına gelen bu kararın verilebilmesini mümkün kılan ortam ve koşulların acilen değiştirilmesi gerektiğini, toplumsal cinsiyete temelli şiddeti önlemenin tüm yetkililerin ve yargı organlarının temel sorumlulukları olduğunu hatırlatırız.

Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu