TPD 25 Kasım 2017 – Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü BASIN AÇIKLAMASI

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
25 Kasım 2017 – Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü
BASIN AÇIKLAMASI

Mirabel kız kardeşler 25 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nde askeri diktatörlük tarafından cinsel saldırı ile katledildiler. 1981 yılında Latin Amerikalı ve Karayipli feminist kadınların öncülüğünde bu gün Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul edildi; bu karar 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi. 1991 yılından beri 25 Kasım ile 10 Aralık İnsan Hakları Günü arasındaki 16 gün boyunca, cinsiyete dayalı şiddete karşı aktivizm kampanyaları yürütülüyor. Türkiye’de ilk 25 Kasım etkinliği ise 1991 yılında Mor Çatı tarafından gerçekleştirildi.

Kadına karşı şiddet; bir insan hakları ihlali ve suçtur. Hem yasada hem de yasaların uygulanmasında kadınlara karşı ayrımcılığın ve kadınlarla erkekler arasında süregiden eşitsizliklerin bir sonucudur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirerek kadınların güçlenmesini, barış içinde güvenli ve sağlıklı yaşamalarını engeller.

Kadın ruh sağlığı, kadınların yaşamı çerçevesinde ele alınmalıdır. Kadınlar “yaşama hakkı” başta olmak üzere temel insan haklarına eşit ölçüde erişemedikleri sürece yeterli bir sağlıklılık düzeyine ulaşılamaz. Kadına karşı erkek şiddetini anlamak, kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel, yasal ve ekonomik güç eşitsizliklerini “muayene etmeyi” gerektirir.

Dünya Sağlık Örgütü, dünyada her üç kadından birinin hayatı boyunca fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalacağını öngörüyor. Birleşmiş Milletler, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin bir küresel salgın olduğunu duyurdu. Yoksul ve yaşlı kadınlar, kız çocukları, ruhsal hastalığı olan, engelli ya da bir kurumda kalan, etnik azınlık mensubu, seks işçisi, kadın ticareti trafiğine girmiş, silahlı çatışma alanlarında bulunan, göçe zorlanmış ve mülteci kadınlar daha da fazla şiddet riski altındalar.
19 yaşına dek, dünyada kadınların %30’u erkek arkadaşları veya kocaları tarafından cinsel şiddete uğruyor. Orta yaşa gelindiğinde bu oran %40’a ulaşıyor. Kadınlar genellikle aynı evde yaşadıkları ve sevdikleri birinden şiddet görüyorlar. Küresel düzeyde, öldürülen kadınların %55’i yakın partneri tarafından öldürülüyor. Şiddet görüp hayatta kalabilen kadınlar, daha fazla akut ya da kronik fiziksel ve/veya ruhsal sağlık sorunu yaşıyorlar. Kadına karşı şiddetin ayrıca aileler, mahalle, toplum ve ekonomi üzerinde de ikincil olumsuz etkileri oluyor.

Şiddet piramidinin en tepesinde kadın cinayetleri, aşağıya doğru cinsel, fiziksel ve sözel şiddet, mağduru suçlama, ayrımcılık, nesneleştirme/ insanlıktan çıkarma, katı geleneksel roller, tabanda ise ırkçı, cinsiyetçi, homofobik, transfobik nefret dolu aşağılayıcı dil ve şakalar yer alıyor. Yani masum gibi görünen şakalar ve fıkralar sonunda ölüme kadar gidebilen yolun ilk basamakları, şiddete neden olan zemini oluşturabiliyor.

Diliniz bir silah haline gelebilir!  

Erken yaşta, zorla evlendirilme cinsel şiddet için risk etkeni ve Türkiye’de 16-18 yaşta annelik ya da gebelik oranı %8,5; yani çocuk yaşta evlilik oranı en az %8,5 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması,  2013).

25-49 yaş grubunda 18 yaş altı evlilik oranı %22; 15 yaş altı evlilik oranı %4.

Erken yaşta evlendirilen kız çocukları, genellikle en yoksul ve az eğitimli olanlar.

Türkiye’de evli kadınların %30’u evlilik içinde zorla cinsel ilişkinin yasadışı olduğunu bilmiyor.

Ensest ‘aile sırrı’ olarak kabul ediliyor, utanma nedeniyle saklanıyor.

Türkiye’de ensest uygulayanların yarısını öz babalar oluşturuyor.

Her on kadından birinin gebelik döneminde şiddete uğradığı bildiriliyor.

2017’nin ilk on ayında erkekler 238 kadın ve 4 kız çocuğunu öldürdü. 14’ü mülteci kadınlardı.

 Cinayetlerin %26’sı adliye önü, okul çıkışı, otobüs durağı, sokak ortası gibi kamusal alanlarda yaşandı buna rağmen şiddetle ilgili resmi verilere hala ulaşılamıyor.

Şiddet kaçınılmaz değil, engellenebilir ve özellikle kız çocuklarının hayatları için çok önemli. Ancak kadına karşı şiddetin tek bir nedeni yok. Medya ve reklamcılık, kadına karşı şiddetle ilgili sıklıkla kabul edilebilir bir tablo çiziyor, şiddeti pornografik hale getirip yeniden üretebiliyor. Din, kadına karşı erkek şiddetini “akla uygun” hale getirmek için kullanılabiliyor. Bütün kültürlerde, kadınların cinsel şekillenmelerine egemen olan kültürel ve dinsel yapılanmanın; sessizlik, suskunluk ve sır olarak saklamakla ilişkili bir ‘utanç söylemi’ olduğu bildiriliyor. Devletler kadına yönelik şiddeti önlemede uluslararası sözleşmelerin gereklerini yerine getirmiyor. Bu nedenle önleme stratejileri de uzun süreli ve kalıcı etkiler elde etmek üzere bütüncül olmalı. Birçok sektör, taraf ve paydaşın elini taşın altına koyması gerekir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere kampanyaların, okullarda öğretmen ve öğrencilere yönelik kapsamlı eğitimlerin, ekonomik güçlendirme ve gelir desteği gibi girişimlerin şiddeti engellediğine dair gün geçtikçe daha fazla kanıt birikiyor.

Dünya Psikiyatri Birliği, 2014-2017 Eylem Planında cinsel şiddet ve yakın partner şiddetine öncelik verdi; bu konuda bir tutum belgesi ve eğitim müfredatı hazırladı. Psikiyatrik hastaların en az %30’unun yakın partner şiddeti veya cinsel şiddete maruz kaldığı bildiriliyor. Cinsel şiddet ve yakın partner şiddeti, kadın ruh sağlığı için merkezi önemde olmasına rağmen, kadınların sadece onda biri resmi bildirimde bulunabiliyor. Sağlık çalışanları tarafından yeterince sorgulanmıyor; bu da tanı, tedavi ve rehabilitasyon süreçlerini etkiliyor. Psikiyatristlerin %60’ı bu konuda bilgisinin eksik olduğunu, daha fazla eğitime ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Dünya Psikiyatri Birliği’nin 2017-2020 Eylem Planında da zorluk yaşayan kadın ve kız çocuklarının ruh sağlığının iyileştirilmesi yine öncelikler arasında. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri’ nde (2015) kız çocukları ve kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın sona erdirilmesi taahhüdü yer almakta. Dünya Psikiyatri Birliği’nin kuruluşundan (1950) bu yana ikinci kadın başkanı Prof. Helen Herrman da üye derneklerle dezavantajlı bölgeler ve yerleşimlerde bu konuda çalışılacağını belirtmekte.

KADIN RUH SAĞLIĞI ALANINDA ÇALIŞAN UZMANLAR OLARAK ÖNERİLERİMİZ:
- Kadın cinayeti davalarında cinayetleri teşvik edici unsur haline gelen “haksız tahrik”, “iyi hal” gibi indirimler uygulanmamalıdır. 

- Tecavüzcü/ çocuk istismarcılarına mağdurla evlenmeleri halinde ceza indirimi uygulanmasını öngören akıldışı, çağdışı yaklaşımlardan; ‘hadım’ gibi tıbbi etik açıdan sorunlu uygulamalardan uzak durulmalıdır.

- Müftülere resmi nikah kıyma yetkisi veren yasal düzenlemeler çocuk cinsel istismarının açığa çıkmasını engelleyeceği, erken yaşta zorla evlilikleri kolaylaştıracağı, çoklu evliliklerin yolunu açabileceği için geri çekilmelidir.

- Kriz sonrası ve uzun dönemde kolayca başvurulabilecek merkezler ve sığınaklar, kadının güçlenme süreci için  önemli sosyal destek kaynakları olduğu için yaygınlaştırılmalıdır. Olağanüstü Hal koşulları gerekçe gösterilerek kapatılan, kadınların şiddete uğradıklarında başvurabildikleri kadın danışma/ dayanışma merkezleri, yerel yönetimlerin kadın birimleri yeniden açılmalıdır. Deneyim paylaşımına, çalışma ilkelerinin tartışılıp geliştirilmesine alan açan ulusal ve küresel dayanışma ağları desteklenmelidir.

- Aileyi korumak amacıyla boşanmayı zorlaştıran yaklaşımlar, kadına yönelik şiddet suçlarının üstünü örterek ‘görünmez’ olmasına neden olur. Bu suçlarda ‘arabuluculuk’ uygulaması sakıncalı ve imzacı olunan uluslararası sözleşmelerin ruhuna terstir.

- Cinsel normlar ve mitlerle ilgili konuşulmasını teşvik eden psikososyal çalışmalar yapılmalıdır. Cinsel şiddetin utanç, sessizlik, suskunluk sarmalında sır olarak saklanmasıyla mücadele edilmelidir.

- Cinsel şiddet yaşayanlar, bütün sağlık ortamlarında ücretsiz olarak psikososyal sağlık hizmetlerine ve hukuksal desteğe erişebilmelidir.

- Cinsel şiddetin önlenmesi, olduğunda tanınması, cezasızlıkla sonuçlanmaması için okul, kampüs, meslek odası, sendika, vb kurumlarda tutum belgeleri hazırlanmalı, kamusal olan ve olmayan bütün kurum ve kuruluşlar bu konuda işbirliği içinde çalışmalıdır.

Sonuç olarak, Türkiye’de kadınlar bugünlerde kazanılmış haklarının geri alınma tehlikesini yaşıyorlar. İmzalanan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (Birleşmiş Milletler, CEDAW) ve kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadelede alanındaki en yeni ve kapsamlı metin olan İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin gereklerine uyulmalı, bu alanda çalışan kadın örgütleri, meslek odaları ve uzmanlık derneklerinin uzun yıllardır biriktirdikleri bilgi ve deneyimlerden yararlanılmalıdır.

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
KADIN RUH SAĞLIĞI ÇALIŞMA BİRİMİ

  1. http://apps.who.int/iris/bitstream/10665/85239/1/9789241564625_eng.pdf?ua=1
  2. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1472251/pdf/wpa050061.pdf
  3. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5428184/