TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN BÜLTENİ: EKONOMİK KRİZ VE RUH SAĞLIĞI

psikiyatri.org.tr /

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN BÜLTENİ
 
EKONOMİK KRİZ VE RUH SAĞLIĞI
 
 
 
 
Uz. Dr. Halis Ulaş
Türkiye Psikiyatri Derneği
Dış İlişkiler Sekreteri
 
 
 
 
 
Ekonomik Kriz, Nedenleri, Boyutları Ve Etkileri
 
Eylül 2008’de Amerika Birleşik Devletlerinin önemli yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın iflasını açıklaması ile başlayan ekonomik kriz tüm dünyayı etkilemektedir. Etkileri ülkemizde de hissedilmeye başlayan ekonomik kriz dünyada egemen ekonomik sistem olan kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Sistemin ilk büyük krizi 1929 yılında ortaya çıkmıştır ve “Büyük Buhran” olarak da adlandırılmaktadır. Özellikle 1980 yılından sonra neo-liberal politikaların dünyaya tek çözümmüş gibi sunulması ve yaygınlaştırılması ile dünyada ekonomik krizlerde ciddi bir artış yaşanmıştır. Avrupa Para Krizi (1992–1993), Latin Amerika Krizi (1994–95), Güney Doğu Asya Krizi (1997–98), Rusya Krizi (1998), Brezilya Krizi (1999), Arjantin Krizi (2002) çok sayıdaki finansal krizlerinden sadece bazılarıdır. Ülkemiz de kapitalizmin krizlerinden payına düşeni almıştır. Özellikle 1980, 1994, 2001 ve 2004 ekonomik krizleri ülke ekonomimizi ve özellikle sosyoekonomik düzeyi düşük olan insanlarımızı olumsuz etkilemiştir.
 
Kapitalist sistemde ortaya çıkan ekonomik krizlerin temelinde kar oranlarındaki düşme eğilimi yatmaktadır. Ekonomik kriz; herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen dalgalanmalar olarak tanımlanabilir.
 
Ekonomide yaşanan krizlerin toplum üzerindeki temel etkisi işsizlik, gelirin azalması ve bunların sonucu yaşam standartlarının değişmesi, sosyoekonomik düzeyin düşmesi, sosyal sınıflar arasındaki gelir eşitsizliğinin ve yoksulluğun artışıdır. Örneğin Güney Doğu Asya Krizi sonrasında yapılan çalışmalarda Kore, Tayvan ve Endonezya’da işsizlik ve yoksulluk oranlarında artış saptanmıştır.

Benzer şekilde ülkemizde 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrası da işsizlik ve yoksulluk oranlarında artış saptanmıştır. Dünya Bankasının 2003 yılı raporlarına göre ülkemizde 2000 yılının 3. çeyreğinde işsizlik oranı %5.63 iken; 2002’nin 1. çeyreğinde bu oran %11.76’e yükselmiştir. İşsizliğin artışına paralel olarak 2001 krizi sonrasında kişi başına düşen gelirde de önemli ölçüde azalma yaşanmıştır. 2000 yılında kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) 3095 ABD doları iken, 2001 yılında 2261 ABD dolarına gerilemiştir.      
 
Ekonomik Krizin Toplum Sağlığı Üzerine Etkileri
 
Buradan hareketle, kapitalist sistemin yapısal özelliği olan krizlerin toplum sağlığı üzerine etkilerini iki ana mekanizma üzerinden tanımlamak olanaklıdır; bunlardan biri, kriz döneminde toplumun büyük kesiminin yoksullaşması ve işsizleşmesi sonucunda yaşanan sağlık düzeyinin olumsuz etkilenmesi, diğeri ise kriz dönemlerinde şekillenen sağlık sisteminin toplum sağlığına olan olumsuz etkileridir.
 
Ekonomik krizlerin temel etkileri olan işsizlik ve yoksulluk toplum sağlığı ile birlikte ruh sağlığı üzerine de olumsuz etkiler ortaya çıkarmaktadır. Bu raporda özellikle ekonomik krizler sonrası ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluğun ruh sağlığı üzerine etkileri değerlendirilecektir.
 
İşsizlik ve Ruh Sağlığı
 
İş, özellikle erişkin yaşam döneminde öz-yeterlilik ve öz-saygı gibi benliği düzenleyen işlevler ile kendini gerçekleştirme için olanaklara sahip olunabilecek toplumsal yapı arasında önemli bir köprü oluşturması nedeniyle oldukça önemlidir. İş ve işsizlik ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi sorgulayan araştırmalar özellikle erişkin dönemdeki sağlığın toplumsal belirleyicilerinin anlaşılmasında önemli bir yer tutmaktadır.
 
İşsizlik en yalın tanımı ile çalışmak istediği halde iş bulamama durumu olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik krizler işsizliğin ruh sağlığı üzerine etkisini araştıran çalışmalarda önemli bir artışa neden olmuştur. Bilimsel literatürde işsizliğin ruh sağlığına etkisi araştıran çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Bugüne dek gerçekleştirilen bazı araştırmalar işsizlik ve yoksulluğun fiziksel hastalıklar, bedensel yakınmalar, stres bozuklukları, depresyon, umutsuzluk, içe kapanma, öz saygı yitimi, bunaltı bozuklukları ve davranış bozuklukları gibi ruh sağlığı sorunlarına yol açtığını vurgulamıştır
1987-1996 yılları arasında işsizlik ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi araştıran 16 çalışmanın 14’ünde işsizliğin psikolojik iyilik halini olumsuz etkilediği saptanmıştır. Çalışan bir bireyin işini kaybetmesi, bu kişilerde hem depresyonun başlamasından hem de depresyonun sürmesinden sorumludur. İşini kaybedenlerde, çalışan bireylere göre 2 kat daha fazla depresyon gözlenmektedir.
 
Bilimsel literatürde işsizliğin ruh sağlığı üzerine etkisini araştıran çok sayıda çalışma bulunurken; işsizlik kadar önemli diğer bir sorunun, kayıt dışı çalışmanın (informal employment) ruh sağlığı üzerine etkisi ile ilişkili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Oysa işsizlik artışı kayıtdışı çalışma oranlarını artırmaktadır. Ülkemizde kayıt dışı ekonominin önemli bir sorun olduğu düşünülürse; kayıt dışı çalışan işçilerin ruh sağlığının nasıl olduğu sorusu da oldukça önemlidir. Kayıt dışı çalışmanın ruh sağlığı üzerine etkisini inceleyen bir araştırmada; güvenceli çalışanlar, kayıt dışı çalışanlar ve işsizler sık ruhsal bozukluklar açısından değerlendirilmişler, hem kayıt dışı çalışan işçilerde hem de işsizlerde sık ruhsal bozukluk oranı güvenceli çalışan işçilere göre 2 kat daha fazla saptanmıştır. Yani ruh sağlığı sorunlarına sadece işsizlik değil güvencesiz çalışma da neden olabilmektedir.
 
İşsizlik ve İntihar
 
İntihar, ölmek amacıyla planlı ve kasıtlı bir girişimde bulunmak olarak tanımlanmaktadır. İntihar biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin gözönünde bulundurulması gereken karmaşık bir durumdur. İntiharla ilişkili sosyal faktörler arasında işsizlik ve sosyoekonomik düzey önemli bir yer tutmaktadır. 
 
İşsizliğin intiharla ilişkisi 100 yılı aşkın bir süredir bilinmektedir. İşsizlik ve intihar ilişkisi, ilk olarak Emil Durkheim tarafından tanımlanmıştır. Durkheim, işsizliğin sosyal izolasyonu arttırdığını, sosyal izolasyonun da intihar riskinde artışa neden olduğunu belirtmiştir. İşsizlik ve intihar arasındaki nedensel ilişkiyi araştıran bir çalışmada, işsiz olan bireylerin çalışanlara göre intihara bağlı ölümlerinin 2-3 kat arttığı tespit edilmiştir.
 
İşsizlik oranlarında belirgin artış olması nedeniyle; intiharın ekonomik krizle ilişkisinin araştıran çalışmalar da bulunmaktadır. Örneğin 1997 Güney Doğu Asya krizi sonrasında Kore’de intihar oranları %63 oranında artmıştır. Bu artış ekonomik büyüme oranı ile negatif, işsizlik oranı ile pozitif ilişkilidir. Aynı çalışmada intihar oranlarının sosyoekonomik düzeyi düşük insanlarda daha fazla görüldüğü de belirtilmektedir.Benzer şekilde kriz sonrası Tayvan’da da intihar oranları artmıştır. İntihar oranları 1999 yılında Tayvan tarihindeki en yüksek orana ulaşmıştır. Bu artışın da ekonomik büyümedeki ani düşüş ve işsizlik oranındaki artış ile ilişkili olduğu düşünülmektedir .
 
Ülkemizde yapılan bir çalışmada diğer ülkelerdeki araştırma sonuçlarına uygunluk gösteren, düşük sosyoekonomik düzeyli kesimlerde intiharların daha sık görüldüğünü destekleyen bulgular elde edilmiştir. Farklı bir çalışmada ise hastaların sağlık güvencelerinin olmaması ile intihar arasında bir ilişki saptanmıştır. Sağlık güvencesi yokluğunun sosyoekonomik yetersizliğin dolaylı bir göstergesi olabilmesi nedeniyle intihara etki eden bir faktör olabileceği düşünülebilir.
 
Yoksulluk ve Ruh Sağlığı
 
Yoksulluk genel olarak bir halkın ya da onun belirli bir kesiminin asgari yaşam düzeyini sürdürebilmek için gıda, giyim ve barınak gibi sadece en basit ihtiyaç maddelerini karşılayamaz olması durumudur.. Dünya Bankası yoksulluğu daha çok parasal gelir açısından tanımlamaktadır. Oysa UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) yoksulluğu, insani gelişme için zorunlu olan fırsatlardan (hayat boyu sağlık, yaratıcı bir hayat, ortalama bir hayat standardı, özgürlük, kendine güven, saygınlık) mahrum olma şeklinde tanımlayarak, kavramın sadece parasal bir içeriğe hapsedilmesini engellemiştir. Şüphesiz ki yoksulluğun bu boyutuyla incelenebilmesi için çok geniş ve özellikle sosyal nitelikli istatistiklere ihtiyaç bulunmaktadır .
 
Her ne kadar yoksulluk tanımı literatürde farklılık gösterse de psikiyatri araştırmalarında uzun yıllardır yoksulluğun ruh sağlığını olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Psikiyatri araştırmalarında yoksulluğun göstergesi olarak sosyoekonomik düzey, sosyal sınıf ve düşük yaşam standardı parametreleri kullanılmaktadır. Yoksulluk ve ruhsal bozukluklar arasındaki ilişki ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile ilişkili değildir. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü 2001 yılı verilerine göre Etiyopya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri ve Zimbabwe’de gelir düzeyi düşük olan bireylerde yüksek gelir düzeyine sahip olanlara göre 1.5-2 kat daha fazla depresyon gözlenmektedir. 
 
Brezilya’da okur-yazarlık, eğitim, meslek, gelir durumu, yaşanılan evin koşulları gibi yaşam standartlarını belirleyen parametrelerle sık ruhsal bozukluklar arasındaki ilişki araştırıldığında; hem eğitim düzeyinin düşüklüğü hem de gelir düzeyinin düşüklüğü 2.5’er kat ruhsal bozukluk sıklığını artırdığı saptanmıştır. İlker Belek tarafından ülkemizde yapılan ve 2000 yılında yayımlanan bir araştırmada ise, ruhsal sıkıntının sosyal sınıf, eğitim, gelir ve yaşanılan bölgenin gelişmişlik düzeyi ile ters ilişkili olduğu saptanmıştır.
  
Yoksulluk ve şizofreni arasındaki ilişki de uzun yıllardır bilinmektedir. Yoksulluğun dolaylı göstergeleri olarak kabul edilebilecek; ailenin sınıfsal konumunun düşük olması, annenin vitamin depolarının yetersizliği, gebelik sırasında geçirilen viral enfeksiyonlar, hipoksiye neden olan doğum travması ve göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmek gibi değişkenler araştırmalarda sık olarak sorgulanmıştır ve şizofreni oluşumu ile ilişkisi gösterilmiştir. Ancak bu ilişkinin neden mi yoksa sonuç mu olduğu yönünde farklı görüşler bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar yoksullukla ilişkili bu değişkenlerin şizofreniye neden olduğu yönünde kanıtlar sunmaktadır..  
 
Ruh Sağlığının İşsizlik ve Yoksulluğa Etkisi
 
Yoksulluk ve işsizliğin ruhsal sorunlara neden olduğu konusunda çok fazla veri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra ruhsal soruna ya da sorunlara sahip olmanın da işsizlik ve yoksullukla ilişkisi bulunmaktadır.Örneğin ABD’de 16-54 yaş arasındaki 6 milyon işçi ruh sağlığı sorunlarına bağlı olarak ya işini kaybetmekte, ya iş arayamakta ya da istihdam bulamamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre hem fiziksel hem de ruh sağlığı sorunu olan bireyler yalnızca fiziksel sağlık sorunu yaşayanlara göre çok daha düşük istihdam oranına sahiptirler.
 
Özellikle daha fazla yeti yitimine neden olan psikiyatrik hastaların iş bulma şansları daha düşüktür.Örneğin İngiltere’de son 20 yıl içinde şizofreni hastalarının  çalışma oranları %10-20 arasında değişmektedir. Aynı dönemde İngiltere’deki genel istihdam oranının % 85 olduğu düşünüldüğünde; şizofreni hastalarının iş bulabilme şansının ne kadar düşük olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
 
İşsizlik ve yoksulluk birbirinin nedeni ve aynı zamanda sonucu olabilmektedir. Ruh sağlığı sorunu olan hastaların işsizlik oranlarının yüksekliğinin yanı sıra işsizlik ve yoksulluk nedeniyle var olan ruhsal sorunlarına yönelik uygun tedavi girişimlerinden de daha az yararlanabiliyorlar. Bu nedenle de hastalıklarının gidiş ve sonlanımı olumsuz etkilenmektedir. Örneğin yoksul olan şizofreni hastalarında iyileşme daha kötüdür, hastane yatış oranları ve yatış süreleri daha uzundur ve daha fazla sosyal yalıtılmışlık ve damgalama yaşamaktadırlar.
 
Sonuç
 
Ülkemizde, yaşanan ekonomik krizlerin ruh sağlığı üzerine doğrudan etkilerini inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak ekonomik krizler sonucu ortaya çıkan işsizlik ve yoksullukla ruh sağlığı ilişkisini araştıran yerli çalışmaların ve dünyada ekonomik kriz, yoksulluk ve işsizliğin ruh sağlığına etkileri inceleyen çalışmaların verileri göz önüne alındığında ekonomik krizlerin insanların ruh sağlığını olumsuz etkilediği görülmektedir. Ayrıca ekonomik krizler sonrası yoksulluğun artışına bağlı olarak toplam sağlık harcamalarındaki azalma da ruhsal sorunları olan bireylerin uygun tedavi olanaklarından yararlanabilmesini olumsuz etkilemektedir.
 
 
Öneriler
 
·        Hükümet işsizlik ve yoksullukla mücadele edici ciddi politikalar geliştirmelidir.
 
·        İşsizlik ücretinin kapsamı, süresi ve tutarı artırılmalıdır.
 
·        İşsiz kesimin sağlık hizmetlerinden  yararlanması sağlanmalı, sağlık hizmetlerine ulaşımı kolaylaştırılmalı, muayene ve tedavi hizmetleri tamamen ücretsiz olmalıdır.
 
·        İşsiz bırakılan kesimlere kamu alanında ruhsal destek üniteleri kurulmalıdır.
 
·        Özellikle işsiz kesimdeki ailelerin çocukları beslenme, vitamin, viral ve enfeksiyoz hastalıklar açısından düzenli aralıklarla ve tamamen ücretsiz olarak izlenmeli ve gerekli tedavi ve beslenmeleri sağlanmalıdır.
 
·        Çalışan kesimlerden sağlık hizmetlerinde alınan  katkı payları ve ilaç yüzdeleri kaldırılmalıdır.
 
·        Her düzeyde eğitim kurumlarında/ okullarda ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara karşı eğitim programları hazırlanmalıdır.