TPD Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" Açıklaması

psikiyatri.org.tr /

Vazgeçmiyoruz, bir kişi daha eksilmeyeceğiz!

25 Kasım, dünyanın dört bir yanında kadınların yaşam hakkını savunduğu ve şiddete karşı sesini yükselttiği bir mücadele günüdür. 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı direnen Mirabal Kardeşler’in vahşice öldürülmesi, kadınlara yönelik şiddetin yalnızca bireysel değil, politik bir gerçeklik olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

Kadına yönelik şiddet; toplumsal cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren; fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır. Tanımda da vurgulandığı üzere kadına yönelik şiddetin biçimleri yalnızca fiziksel saldırıdan ibaret değildir; psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet, dijital şiddet, ısrarlı takip, sosyal izolasyon ve ayrımcı söylemler şiddetin diğer yıkıcı biçimleridir.

Bugün biliyoruz ki kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden beslenen, genişleyen ve dönüşen bir halk sağlığı krizidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 2024–2025 verilerine göre, dünya genelinde her üç kadından biri, yani yaklaşık 840 milyon kadın, yaşamının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. DSÖ’nün Avrupa Bölgesi verilerine göre Türkiye, partner şiddeti oranında %34,7 ile üçüncü sıradadır. Bu tablo, kadına yönelik şiddetin sürekliliğini ve derinliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Kadına yönelik şiddet, bireysel patolojiyle, öfke kontrolüyle ya da madde kullanımıyla açıklanamaz. Bu şiddetin kaynağı; kadınların kamusal ve özel alandaki varlığını sınırlandıran, emeğini ve bedenini denetlemeye çalışan, rollerini daraltan ataerkil toplumsal yapıdır. Kadınlara karşı kıyafetinden miras hakkına, politik temsilinden nafaka süreçlerine kadar pek çok alanda baskıların arttığı bir dönemde; toplumsal aile yapısını belirlemeye yönelik politikaların ve eşit yurttaşlığı engelleyen müdahalelerin yaygınlaşmasıyla şiddet hem daha görünür hale gelmiş hem de giderek artmıştır.

Kadın cinayetleri, şiddetin en ağır ve en görünür sonucudur. Kadın örgütlerinin kamuya yansıyan vakalardan derlediği verilere göre 2025’in ilk on ayında en az 262 kadın katledilmiş, 408 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. TÜİK’in 2024 Kadına Yönelik Şiddet Araştırması’nın yöntem ve kapsamına ilişkin ise ciddi soru işaretleri bulunmaktadır. Şiddetin azaldığını iddia eden veriler, örneklem ve tanım farkları nedeniyle bilimsel ve feminist çevrelerce şiddetin görünürlüğünü ortadan kaldırma riski taşıdığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Verilerin kaydedilmesi, takibi ve paylaşılması teknik bir üretim süreci değil, politik bir yükümlülüktür. Bağımsız kadın örgütlerinin verileri, sağlık kayıtları ve şeffaf devlet istatistikleri bir arada değerlendirildiğinde, şiddetin gerçek boyutu net olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, şiddetle mücadelede uluslararası standartlardan uzaklaşılmasına yol açmış; kadınların yaşam hakkını koruyan güvenceleri zayıflamıştır. 6284 sayılı kanun hâlâ en güçlü ulusal mekanizmalardan biri olsa da, uygulamada yaşanan aksaklıklar—geciken koruma kararları, faili neredeyse koruyan, delil arayan yaklaşımlar, kolluk birimlerinde eşitsiz tutumlar ve cezasızlık kültürü—koruma mekanizmalarını etkisizleştirmektedir.

2025 yılında gündeme gelen 11. Yargı Paketi ise, kadınların temel haklarını zayıflatma riski taşıyan düzenlemeleriyle dikkat çekmektedir. Paket, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığı kurumsallaştıran maddeler, çocuk haklarını zayıflatan düzenlemeler ve toplumun yaşam tarzına müdahale eden hükümlerle, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam karşısında durmaktadır. Ayrıca protesto hakkını sınırlandıran düzenlemeler, kadın hareketinin en güçlü dayanışma araçlarından biri olan barışçıl toplumsal itiraz hakkını hedef almaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele ancak demokratik hakların güvence altında olduğu bir toplumda mümkün olabilir.

Kadına yönelik şiddet, bireysel bir durum değil; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan ve onu yeniden üreten yapısal bir halk sağlığı krizidir. Şiddete maruz kalan kadınlar depresyon, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, dissosiyatif belirtiler, kronik bedensel yakınmalar, intihar düşünceleri ve girişimleri gibi birçok ruhsal belirtiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ruh sağlığı profesyonelleri için bu tablo yalnızca klinik bir değerlendirme alanı değildir. Her bir vaka, toplumdaki eşitsizliklerin, görmezden gelinen ihlallerin ve sessizleştirilen deneyimlerin sonucudur. Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadele, psikiyatri mesleğinin etik, toplumsal ve klinik bir sorumluluğudur. Bu bağlamda şiddetin belirtilerini ve risk işaretlerini tanımayı kolaylaştıran ve ruh sağlığını koruyucu “kadına yönelik şiddette psikolojik ilk yardım” yaklaşımının tüm sağlık sisteminde yaygınlaşması, sağlık çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda düzenli eğitimlerle bilgilendirilmesi, kadınların güvenle başvurabileceği, gizliliğin korunduğu erişilebilir ruh sağlığı merkezlerinin artırılması, hukuki, sosyal ve psikolojik destek mekanizmalarının entegrasyonunun güçlendirilmesi temel önceliklerdir.

Türkiye Psikiyatri Derneği olarak vurguluyoruz: Kadına yönelik şiddetle mücadelede temel hedef “kadınları korumak” değil; kadınları güçlendirmek olmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli; 6284 sayılı kanun eksiksiz ve etkili şekilde uygulanmalıdır. Kadınlara yönelik sağlık, sosyal hizmet ve adalet mekanizmaları erişilebilir, nitelikli ve bağımsız hale getirilmelidir. Devlet şiddet olaylarını önlemeli, etkili bir şekilde soruşturmalı, fail erkeklere yaptırım uygulamalı, kadınlar için şiddet sonrası destek mekanizmalarını kurmalı ve etkin bir şekilde işletmelidir.

Ruh sağlığı profesyonelleri olarak hem klinikte hem toplumsal alanda bu mücadelenin aktif bir bileşeni olmaya ve eşitlik istemeye devam edeceğiz. Eşitlik yoksa güvenlik yoktur.

Bu 25 Kasım’da bir kez daha yüksek sesle söylüyoruz.
Adalet, eşitlik ve şiddetsiz bir yaşam ancak devletin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine açık bir şekilde karşı durmasıyla mümkündür.
Kadınların yaşam hakkı tartışmaya açık değildir.
Bu sebeple vazgeçmiyoruz, bir kişi daha eksilmeyeceğiz.

Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi