Türkiye Psikiyatri Derneği Ulusal Psikiyatri Kongresi 2025
BASIN BİLDİRGESİ
Prof. Dr. Nalan KALKAN OĞUZHANOĞLU Türkiye Psikiyatri Derneği 61. Ulusal Psikiyatri Kongresi Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı
Merhaba, Size kongre katılımı ve içeriği ile ilgili kısa bir bilgi sunacağım. Biliyorsunuz temamız “Bireyden Topluma: Koruyucu Ruh Sağlığı ve Eşit, Ulaşılabilir Tedavi”. Bu doğrultuda Türkiye Psikiyatri Derneği’nin birçok kurulu, çalışma birimi, şubeleri ve değerli meslektaşlarımızın ve destekleyen kuruluşların katkıları ile 1400 kişilik yüz yüze katılımla kongre başladı. 406 Konuşmacı: Panel, Kurs, Uzmanla Buluşma, Münazara, Zor Olgularda Tanı ve Tedavi, Geçen Yılın En Önemli Araştırmaları, Siz Olsaydınız Ne Yapardınız, 10 soruda Bir Konu ve Uydu Sempozyumu gibi 149 oturumla desteklendi kongre içeriği. Özellikle genç meslektaşlarımız 131 sözel, 134 poster bildiri ile katkı sağladılar ve çalışmaları doğrultusunda 91 kişi burs kazandı. 375 Davetli konuşmacıdan üçü alanında uzman; İtalya’dan Prof. Dr. Brambilla, Almanya’dan Prof. Dr. Steiner, Yunanistan’dan Dr. Liolios, birikimlerini aktarmak üzere misafirimiz oldu. Kongrede yapılacak her sunum, her bilimsel tartışma, her paylaşım mesleki katkı sağlayacak ve bilimin ışığında insanın yüreğine yakın noktada bizleri buluşturacaktır. Katılımınız için teşekkür ederim. Saygılarımla…
Ruh sağlığı evrensel bir insan hakkıdır! Prof.Dr. Ejder Akgün YILDIRIM Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetimi Kurulu Genel Başkan Yardımcısı
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak yıllardır söylediğimiz gibi, Ruh sağlığı evrensel bir insan hakkıdır, herkes için eşit, ulaşılabilir, yerinde ve nitelikli olmalıdır. Bilinmektedir ki en temel insan haklarına erişemeyen ve güvensiz bir ortamda yaşamaya mahkum bırakılmış bireyler için sağlıklı bir ruhsal gelişim ve ruhsal işlev mümkün değildir. Bu açıdan bir hak olarak ruhsal sağlık sadece ruhsal zorluk ya da hastalığı olan bireylerin tedavi ve tam sağlık hakkını değil aynı zamanda toplumların ve bireylerin ruhsal açıdan korunmasını, ruhsal etkilenmeye neden olacak koşulların düzeltilmesini, güvenlik, sağlık, eğitim gelecek gibi temel insan haklarına sahip olarak yaşamaları, çocukların korunması ve gelişimi içermekte, ruhsal sağlığı koruyucu, ruhsal sorunları önleyici ve ruhsal sağlığı geliştirici hak temelli bir kamusal ortamı ve yönetimi zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle ruhsal sağlık sadece tedavi edici değil önleyici, koruyucu ve geliştirici hizmetler açısından düşünülmeli, ruhsal sağlık için koruyucu ve önleyici bir ortamın oluşturulması herkes için öncelikli bir hedef olmalıdır. Eğer ruhsal açıdan sağlıklı bir toplum ise hedef, önceliğimiz koruyucu ruh sağlığı hizmetleri gibi ulusal bir program ile hastalıkların önlenmesi, toplumun eşit, barış ve güven içinde yaşaması olmalıdır. Örneğin çocuk işçiler olmamalıdır. Kadınlar öldürülmemelidir. Kimliğinden dolayı insanlar tedavi hakkından mahrum kalmamalıdır. Tedavi ihtiyacı olduğunda yerinde, nitelikli ve ulaşılabilir olmalıdır. Uluslararası hak temelli ilkelere ve bilimsel gelişmelere uygun toplum temelli iyileşme ve diğer ruhsal tedavi, rehabilitasyon ve bakım hizmetlerine ulaşma ve bu hizmetleri kendi ihtiyaçlarına en uygun ortamda alma hakkı olmalıdır. En az kısıtlayıcı ortamda, gönüllü bir temelde, mümkün olduğunca kapsamlı, kişinin iyileşmesini, toplumla bütünleşmesini ve ekonomik kendine yeterliğini ve bağımsız karar almasını tesis edecek ruh sağlığı hizmetleri ve destekleri alma hakkını gözeterek olmalıdır. Bu amaçla Olumlu bir proje olarak başlayan toplum ruh sağlığı projesi daha kapsamlı çalışacak şekilde asli işlevine dönmelidir. Hastalığı ile ilgili bilgilerinin de özel yaşamın bir parçası olarak korunma hakkı olmalı, ruhsal duruma ilişkin tüm veriler yüksek gizlilik düzeyinde korunmalı, devlet kuruluşları başta olmak üzere erişime ilişkin ciddi kısıtlamalar sağlanmalıdır. Ruhsal hastalığı olan bireyler sadece medeni hukuk bağlamında değil toplumsal damgalama nedeniyle hastalık yükü dışında ayrıştırıcı yargılar nedeniyle de büyük zorluklar yaşamaktalar. Örneğin toplumda olumsuz bir durum olduğunda, bir şiddet olgusunda yapılan kötülüğün adını koymak yerine saldırıya gerekçe oluşturmak, ruhsal bir sorun atfetmek kabul edilemez. Ruhsal zorluk yaşayanlar şiddetin nedeni değil şiddetin mağdurudur. Bir diğer sorun afetlerde yaşanan ruhsal desteğe erişim sorunlarıdır. Ağır depremler sonrasında deprem bölgelerinde hala devam eden psikososyal hizmet ihtiyacı ve yaşanan hak kayıpları, deprem riski olan yerlerde yapı güvenliği ve deprem sonrası hazırlıkların eksik oluşu yakıcı sorun olmaya devam ediyor.Türkiye'nin afet sonrası psikososyal destek planını revize edilmesi, yeni baştan yazılması gerekiyor. Mevcut hali ile bir sonraki depremde zorlanılacağı ve yanlışların tekrarlanacağı aşikar. Bunun önemli nedenlerinden biri de resmi raporların başarı öyküsü temelli yazılması, depremdeki yaşanılan zorluklardan yeterince ders alınmamasıdır. Bu yaklaşım tarzından ivedilikle geçilmeli, yaşanan deprem ve ruh sağlığı hizmetlerine ilişkin alanda hizmet veren ana meslek kuruluşlarının olduğu bir strateji belgesi oluşturulmalıdır. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bu alanda yapılacak her türlü girişime desteğimizi şimdiden bildiririz. Başta hizmet alanlar olmak üzere tüm bileşenlerin söz ve karar hakkını gözeterek sağlık hizmeti planlanması gerektiğinin bilinci ve savunusundayız. Ruhsal sorunu ya da hastalığı nedeniyle başvuranların yaşadıkları zorlukların giderilmesi hepimizin öncelikli hedefi olmalıdır. Dezavantajlı grupların sağlık hakkını kullanamayışlarını gözetmek yanında gözden kaçan çok önemli bir sorunumuz daha var. Ruh sağlığı hizmetini verenlerin, Sağlık çalışanlarının ruh sağlığı, sorunudur sağlık çalışanları yoruldu. Ruhsal olarak yoruldu. Bizler tükendik. Ağır çalışma koşullarından, dünya ölçeğinde eşi benzeri olmayan sağlık emeği ve verilen hizmetin özelliğinden dolayı ruhsal etkilenme had safhadadır. Hekimlerimizi, sağlık çalışanlarını yitirmekteyiz, önlenebilir ölümler nedeniyle, acil önlem alınmalıdır. Bir arada olmak, ruhsal sağlık hakkını savunurken hizmet alanların ve hizmet verenlerin de haklarını gözetmek, bilimsel gerçeklere dayalı, hak temelli bir ruh sağlığı yasasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği ruh sağlığı yasa teklifinde tüm bu sorunlara yönelik madde önerileri bulunmaktadır. Yasa taslağımız temel alınarak hazırlanan en sonu 2022’de sunulan kanun teklifleri TBMM arşivindedir. hizmet verenlerin özlük ve sağlık haklarını da gözeten bir metin oluşturmuş ve meclis yasa tekliflerine yansımasını sağlamıştır. İlaçlara erişim artık ağır bir sorundur, bilim dışı uygulalamalar artmaktadır. ülkemizde ve dünya genelinde giderek artan cinsellik ve cinsiyet çeşitliliklerine yönelik ayrımcı tutumlar; kadınların maruz kaldığı şiddet ve toplumsal kısıtlamalar, çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları, suça sürüklenen çocuklar, etnik ve dinsel ayrımcılıklar gibi hak ihlalleri; kültür, ahlak ve ailenin korunması gibi gerekçeler üzerinden yaşam hakkının yok sayılmasına kadar varan dışlayıcı ve zarar verici ifadeler sadece hak kaybına ve ayrımcılığa uğrayanları değil tüm toplumun ruhsal sağlığında olumsuz izler bırakacaktır. Ruh sağlığı herkes için evrensel insan hakkıdır.
Ruh Sağlığı Hakkı Tehlikede: İlaçlara Erişim Güçleşiyor, Bilim Dışı Uygulamalar Artıyor Doç. Dr. Gülin ÖZDAMAR ÜNAL Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Sayman
Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu olarak, 61. Ulusal Psikiyatri Kongresi kapsamında sizlerle bir arada olmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz. Bugün burada, son dönemde hem hekimlerin hem de hastalarımızın günlük yaşamını derinden etkileyen önemli bir sorunu dile getirmek istiyoruz: Psikiyatride kullanılan ilaçlara erişimde yaşanan ciddi güçlükler. Hepimizin bildiği gibi, depresyon, anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk, şizofreni gibi ruhsal hastalıklar toplumda oldukça yaygındır. Bu hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlara ulaşmak, hastalarımızın yaşam kalitesi için hayati öneme sahiptir. Ancak son aylarda birçok ilacın eczanelerde bulunamaması ya da uzun süre temin edilememesi, hem tedavi süreçlerini aksatmakta hem de hastalarımızın ruhsal dengesini olumsuz etkilemektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bu sorunlara çözüm arayışıyla, ilaç sektörünün iki önemli kuruluşu olan Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası ile toplantılar gerçekleştirdik. Görüşmelerde ilaç yokluğu, geri ödeme sorunları ve endikasyon sınırlamaları gibi başlıkları ayrıntılı biçimde ele aldık. Firmalar, üretim maliyetlerindeki artış, döviz kuru farkları ve yüksek kamu iskontoları gibi nedenlerle ilaç arzında zorluk yaşadıklarını belirttiler. Biz bu sorunların yalnızca ekonomik değil, temel bir sağlık hakkı meselesi olduğunu vurguladık. Çünkü ilaca erişim, ruh sağlığı tedavisinin en temel unsurlarından biridir. Bu noktada bir başka önemli konuya dikkat çekmek istiyorum: Bilim dışı uygulamaların artışı. İlaçlara erişimde yaşanan sıkıntılar, ne yazık ki halk arasında “alternatif”, “doğal” ya da “ilaçsız” tedavi adı altında bilimsel temeli olmayan uygulamaların yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu tür bilim dışı yaklaşımların yayılmasında sosyal medya önemli bir rol oynamaktadır. Ancak yalnızca sosyal medya değil, yazılı ve görsel medya organlarında da bu uygulamaların teşvik edici biçimde yer aldığı, kimi zaman tedavi alternatifi gibi sunulduğu gözlenmektedir. Sosyal medyada sıkça karşımıza çıkan bu yanlış yönlendirmeler, hem hastaların doğru tedaviye ulaşmasını engelliyor hem de ruhsal hastalıklarının alevlenmesine yol açıyor. Bu durum, toplumda yanlış algıların oluşmasına, hastaların güvenilir tedaviden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle medyaya da özel bir çağrıda bulunuyoruz:
Biz Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, her zaman kanıta dayalı tıp ilkelerini savunduk ve savunmaya devam edeceğiz. Ruhsal hastalıkların tedavisi, tıpkı diğer hastalıklarda olduğu gibi bilimsel bilgi, deneyim ve etik ilkelere dayanmalıdır. Bununla birlikte, yalnızca ilaca erişim değil, akılcı ilaç kullanımı da bizim için son derece önemlidir. Akılcı ilaç kullanımı, doğru tanı koymak, doğru ilacı, doğru dozda ve doğru sürede kullanmak anlamına gelir. Ancak piyasada yaşanan ilaç yoklukları, hekimleri bazen uygun olmayan alternatiflere yönlendirmek zorunda bırakmakta, tedavinin etkinliğini azaltmaktadır. Bu durum hem hastalar hem de sağlık sistemi için ciddi bir risktir. Bu yılki kongremizin teması Bireyden Topluma: Koruyucu Ruh Sağlığı, Eşit ve Ulaşılabilir Tedavi Bu tema, sadece hastalıkların tedavisine değil, toplumun genel ruhsal iyilik haline odaklanmayı da hatırlatıyor. Ruh sağlığı, yalnızca bireysel bir mesele değil, toplumsal bir sorumluluktur. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bizler, hem ilaca erişim hem de bilimsel temelli ruh sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi için çözüm odaklı diyalog ve işbirliğine açık olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz. Halk sağlığını korumak, ruhsal hastalıkların etkin ve güvenilir tedavisini sürdürmek, bilim dışı yaklaşımlara karşı toplumun farkındalığını artırmak için tüm paydaşları — ilaç endüstrisini, medyayı, sağlık otoritelerini ve meslek örgütlerini — bilimin rehberliğinde ortak bir sorumluluğa davet ediyoruz. Amacımız, herkes için bilimsel bilgiye dayalı, ulaşılabilir ve etik temelli ruh sağlığı hizmetleridir. Katkılarınız ve duyarlılığınız için hepinize teşekkür ederim.
Manevi Danışmanlık” Girişimlerine İlişkin Bilimsel ve Etik Değerlendirme Uzm. Dr. Uğur ÇIKRIKÇILI Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Eğitim Sekreteri
Son dönemde çeşitli kurum ve platformlarda gündeme gelen manevi danışmanlık uygulamaları ve manevi danışman kadrosu açma girişimleri, ruh sağlığı hizmetlerinin doğasına ve bilimsel temeline ilişkin önemli tartışmalara yol açmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, bu konuda toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlamak amacıyla açıklama yapma gereği duyuyoruz: Ruhsal hastalıklar; biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin karmaşık etkileşimi sonucunda ortaya çıkan tıbbi durumlardır. Ruhsal hastalıklar, “iman eksikliği” ya da “manevi boşluk” gibi soyut kavramlarla açıklanamaz. Bu nedenle, ruhsal bozuklukların değerlendirilmesi ve tedavisi yalnızca bilimsel yöntemlere dayalı, sistematik bir tıp disiplini olan psikiyatri ve psikoloji alanlarının uzmanlık sınırları içerisinde yürütülmelidir. Manevi danışmanlık adı altında yapılan uygulamaların, tanı koyma veya tedavi önerme yetkisi bulunmamaktadır. Bu tür girişimler, bireylerin uygun tedaviye erişimini geciktirerek klinik tabloyu ağırlaştırabilir ve tedaviden yararlanabilmelerini kısıtlayabilir. Ruh sağlığı alanında çalışan tüm profesyoneller, mesleki etik ilkeler, hasta mahremiyeti ve bilimsel tarafsızlık kurallarına bağlı olarak hareket etmek zorundadır. Dini veya ideolojik referanslarla yapılan yönlendirmeler, bu tarafsızlığı zedeleyebilir ve bireylerin özerkliğini tehdit edebilir. Bu durum hem etik hem de insan hakları bağlamında sakıncalıdır. İnanç ve inanış, bireylerin yaşamında önemli bir yere sahip olabilir; ancak tedavi edici bir araç olarak kullanılması, bilimsel yaklaşımın sınırlarında bir aşıma neden olmaktadır. Ruhsal bozuklukların tedavisi, dinsel telkin veya inanç temelli yaklaşımlar yerine, kanıta dayalı psikoterapi ve farmakolojik yöntemlerle sürdürülmelidir. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, ruh sağlığı hizmetlerinin laik, bilimsel ve etik temellerden uzaklaştırılmasına neden olabilecek her tür girişime karşı durduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz. Toplum sağlığının korunması adına, “manevi danışmanlık” adı altında yürütülen uygulamaların sonlandırılması, bu hizmetlerin ruh sağlığı sistemi içinde yer almaması gerektiğini kamuoyunun bilgisine sunarız.
Muayenehanelere Getirilen Yeni Yükümlülükler ve Mesleki Hakların Savunusu Uzm. Dr. Şahut DURAN Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Örgütlenme Sekreteri
Değerli Basın Mensupları, Saygıdeğer Meslektaşlarımız, Türkiye’de ruh sağlığı alanında hizmet sunan hekimler, özellikle özel muayenehane ortamında çalışan meslektaşlarımız, son dönemde mesleklerini sürdürme koşullarını doğrudan etkileyen yeni mali ve idari düzenlemelerle karşı karşıyadır. 1. Yıllık Harç Uygulaması: Muayenehanelerin Sürdürülebilirliğini Tehdit Ediyor Son torba yasa düzenlemeleriyle birlikte, özel muayenehane, poliklinik ve tıp merkezi işleten hekimlere yalnızca kuruluş aşamasında bir defaya mahsus ödenen harçların, her yıl alınacak sürekli bir mali yükümlülüğe dönüştürülmesi öngörülmektedir. Büyükşehirlerde 20 bin TL, özel poliklinikler için 30 bin TL, tıp merkezleri için ise 50 bin TL tutarındaki bu yıllık bedeller, küçük ölçekli sağlık hizmeti sunan hekimler açısından ciddi bir ekonomik baskı yaratmaktadır. Bu durum, bağımsız hekimlik pratiğini zayıflatmakta; serbest meslek hakkını fiilen kullanılamaz hale getirme riski taşımaktadır. 2. Denetim Baskıları: Hekim-Hasta İlişkisini Zedeleyen Uygulamalar Son yasal düzenlemelerin ardından vergi denetim memurlarının muayenehanelerde “gün boyu bekleme” veya “aynı gün içinde tekrar eden denetim” uygulamaları yaygınlaşmıştır. Bu uygulamalar, hem Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20. maddesine hem de hasta mahremiyetine açıkça aykırıdır. Psikiyatri muayenehanelerinin bekleme alanları, terapötik sürecin bir parçasıdır; bu alanda denetim memurlarının sürekli bulunması hem hastaların kaygı düzeyini artırmakta hem de tedavi ortamını bozmaktadır. 3. Kayıt Zorunluluğu Baskıları: Mahremiyet ve Etik Değerler İl sağlık müdürlükleri tarafından özel muayenehanelerde bakılan hastaların MBYS sistemine kaydı yönünde artan baskılar, mahremiyet ve hasta-hekim güven ilişkisini zedelemektedir. Hekimlerin veriye erişim yükümlülükleri, etik ve hukuki standartlara uygun biçimde düzenlenmelidir. Sağlık hizmeti verenlerin yaptırımla değil, destekleyici yaklaşımlarla yönlendirilmesi esastır. TPD’nin Görüş ve Talepleri - Hekimlerin serbest çalışma hakkı, Anayasa ve mevzuatla güvence altındadır. Bu hakka yönelik her türlü düzenlemenin ölçülülük ve eşitlik ilkeleri gözetilerek yapılması zorunludur. - Yıllık harç yükümlülüğü, bağımsız hekimlik pratiğinin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır. Bu düzenlemeden ivedilikle geri dönülmelidir. - Vergi denetimlerinin hasta mahremiyetine saygılı, ölçülü ve hukuka uygun biçimde yürütülmesi sağlanmalıdır. - Sağlık veri sistemlerine ilişkin uygulamalarda hekim-hasta gizliliği ve meslek etiği temel alınmalıdır. - Hekim örgütleri ve düzenleyici kurumlar arasında diyalog mekanizmaları güçlendirilmeli; yeni düzenlemeler öncesinde etki analizleri yapılmalıdır. Özel muayenehane modeli, Türkiye sağlık sisteminin önemli bir bileşenidir. Bu modele getirilen ağır mali yükümlülükler, sıklaştırılmış denetim uygulamaları ve kayıt baskıları; hem mesleki motivasyonu hem de toplumun nitelikli ruh sağlığı hizmetine erişimini olumsuz etkilemektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, bu konuyu tüm paydaşlarla birlikte değerlendirecek; meslek onurunu, hasta mahremiyetini ve nitelikli sağlık hizmetini korumaya yönelik mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.
Cinsel Kimlik Temelli Ayrımcılık Kabul Edilemez! Uzm. Dr. Gülsüm Zuhal KAMIŞ Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Genel Sekreter
Türkiye gibi laik ve demokratik bir ülkede, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderek daha görünür hale gelmesi ve bu eşitsizliğin kimi otoriteler tarafından açıkça desteklenmesi derin bir endişe kaynağıdır. Cinsel kimlik temelli ayrımcılık; yeni doğan bir kız çocuğundan LGBTİ+ bireylere, toplumun her kesimini — hatta erkekleri bile — olumsuz etkilemektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini savunan, bunu politik bir araç ve yaşam biçimi haline getirmeye çalışan yaklaşımlar; LGBTİ+ bireylerin varlığını inkâr etmekle, kadınları baskı altına almakla ve erkeklere de belli bir “erkeklik” kalıbı dayatmakla toplumsal yapıyı zedelemektedir. Bu “erkeklik” başta marjinalize edilmeye çalışan LGBTİ+ bireyler ve kadınlara karşı dilde ve davranışta baskılayıcı ve şiddet içeren tutumları sahiplenmek ve uygulamak gereği hisseden ama bu şiddeti giderek toplumun her tarafına yayan ve artık kadın erkek çoçuk LGBTİ+ demeden toplumun tamamı için risk oluşturan bir erkekliktir. Bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini temel alan politik ve kültürel ortamın sonucu olarak; kadınların kılık kıyafetinden anayasal eşit miras hakkına, kamusal alanda var olma biçimlerinden “hayır” deme haklarına kadar birçok konuda müdahaleler artmaktadır. Cinsel ilişki teklifini reddettiği için ya da kendisine şiddet uygulayan eşinden ayrılmak istediği için öldürülen kadınların haberleri, bu eşitsizliğin ölümcül sonuçlarını ortaya koymaktadır. Kadınların iradesi yok sayılmakta, yaşam hakları ihlal edilmekte, hatta yargı kararıyla erkeğin öfkesinin “anlaşılabilir” sayılmasıyla ceza indirimi uygulanarak erkek şiddeti yargı eliyle meşrulaştırılmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin diğer yüzü, LGBTİ+ bireylerin maruz bırakıldığı şiddet, nefret söylemi, dışlanma, ekonomik eşitsizlik ve sağlık hizmetlerine erişim engelleridir. Bu alandaki en güncel örneklerden biri, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun 25 Haziran 2025 tarihli kararıdır. Söz konusu kararla, cinsiyet uyum sürecinde kullanılan hormonların ve ergenlik baskılayıcı ilaçların 21 yaş altında reçete edilmesi yasaklanmıştır. Bilimsel temeli bulunmayan bu düzenleme, cinsiyet disforisi yaşayan bireylerin tedaviye erişimini engellemekte ve sağlık hakkı ile insan onuruna açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu karar, eşit ve ulaşılabilir sağlık hizmeti hedefinin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak;
Toplumsal barış ve ruhsal iyilik hali, ancak herkesin eşit, özgür ve onurlu bir şekilde yaşayabildiği bir toplumda mümkündür. Bilimin, etiğin ve insan haklarının ışığında; toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve cinsel kimlik temelli ayrımcılığın her türüne karşı olduğumuzu bir kez daha kamuoyunun dikkatine sunarız.
Toplumsal Şiddet ve Suça Sürüklenen Çocuklar Hakkında Asistan. Dr. Alperen YILDIZ Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Asistan Hekim Sekreteri
Günümüzde ülkemizde ve dünyada şiddet, sokaklarda gözle görünür hale gelmiş; her gün bir kadın ya da çocuğun maruz kaldığı şiddet vakalarıyla karşı karşıya kalmaktayız. Bu olayları anlamlandırma çabaları ise çoğu zaman şiddeti meşrulaştıran bir zemine dönüşmekte, kötülüğe neden bulma gayretiyle failliği hastalıkla ilişkilendirmektedir. Böylece hem şiddetin toplumsal kökeni göz ardı edilmekte hem de ruhsal rahatsızlık yaşayan bireyler damgalanmaktadır. Oysa şiddet, bir hastalık değil; öğrenilen, sürdürülen ve toplumsal eşitsizlikle beslenen bir pratiktir. Sokaklarda suç çetelerinin hâkimiyeti, şiddetin bireysel öfkenin ötesine geçerek kolektif bir dile dönüştüğünü açıkça göstermektedir. Her ne şekilde olursa olsun, kadınların ve çocukların katledilmesinin adı yalnızca kötülüktür. Bu kötülüğün adını koyarken, onu besleyen politik zeminden ve cezasızlık kültüründen söz etmemek, toplumsal şiddet dilini daha da pekiştirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun güncel verilerine göre suça sürüklenen ve suç mağduru çocuk sayısı belirgin şekilde artmaktadır. Yalnızca bir yılda yüz bini aşkın çocuk adli birimlere getirilmiştir. Araştırmalar, madde kullanımı, anne-baba ayrılığı ve ailede suç öyküsünün bu süreci etkileyen başlıca etkenler olduğunu göstermektedir. Çocuk suçluluğunun temelinde aile içi şiddet, düşük sosyoekonomik koşullar, eğitimden kopuş, göçle gelen toplumsal çözülme ve şiddetin model alındığı bir kültürel yapı yer almaktadır. Bu tablo, şiddeti yalnızca bireysel değil; sosyolojik, ekonomik ve politik bir sorun olarak da ele almak gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kamuoyunda yaşanan son şiddet olaylarının ardından çocukların ceza yaşını düşürmeye yönelik söylemler, çocuk haklarını geriye götürmekte ve toplumu korumak yerine karanlığa sürüklemektedir. Bu yaklaşıma karşı bizler, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin devlete yüklediği “çocuğu her türlü şiddetten koruma” sorumluluğunu hatırlatıyor; 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun başta olmak üzere mevcut mevzuatın etkin ve gecikmeksizin uygulanmasını savunuyoruz. Ruh sağlığı yalnızca tedaviyle sınırlı değildir; damgalamayı önleyen, eşitlik temelli ve hak odaklı bir anlayışla yürütülmelidir. Bu bağlamda Ruh Sağlığı Yasası, gecikmeksizin hayata geçirilmelidir. Şiddetin sıradanlaştığı, bireysel silahlanmanın yaygınlaştığı bu toplumsal iklimde; İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm yasal düzenlemeler sosyal ihtiyaçlara uygun biçimde uygulanmalı, her düzeyde şiddete karşı sıfır tolerans politikası benimsenmelidir. Biz Türkiye Psikiyatri Derneği olarak, bu mücadelede tüm paydaşlarla birlikte sorumluluk almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Savaşlar En Temel Ruh Sağlığı ve Halk Sağlığı Sorunudur
Prof. Dr. Serap ERDOĞAN TAYCAN, Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetimi Kurulu Genel Başkan
Savaşlar, süregiden silahlı çatışma ortamları, temel bir halk sağlığı ve ruh sağlığı sorunudur. Yanı başımızda tarihi çok eski zamanlara dayanmakla birlikte iki yıldır devam eden sistematik yıkımda, on binlerce insanın öldürülüşünün, sağlık sisteminin kasıtlı olarak yok edilişinin tanığı olduk. Açlığın, devlet eliyle oluşturulan kıtlığın nasıl bir soykırım aracına dönüştürüldüğünü izledik. İki yıllık süreçte 1700’ün üzerinde sağlık çalışanı öldürüldü, aralarında Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesinin de olduğu onlarca hastane çalışamaz hale getirildi. Başta Cenova Sözleşmeleri olmak üzere uluslararası hukuk kurallarının uygulanmadığını, 21. yüzyılda tüm dünyanın tanıklığında soykırımların engellenemediğini görmek hepimizin ruhsal dünyasında farklı yankılar yarattı. Öyle ki hala açıklananlarla yaşananların farklı olduğunu, ateşkes anlaşmasına rağmen İsrail hükümetinin tutuklu bulunan sağlık çalışanlarını insanlık dışı koşullarda tutmaya devam ettiği; ulaştırılacağı söylenen tıbbi yardım ve insani ihtiyaç malzemelerinin sadece çok az bir kısmının Gazze’ye girişine izin verildiğini biliyoruz. Bilginin dakikalar içinde iletilebildiği bir ortamda dünyanın bir diğer ucunda bile yaşansa görüntüler, acılar evlerimizin içine ruhlarımıza ulaştı. Tüm bu yaşananlar karşısında durdurabilecek bir eylem üretememek acıyı, çaresizliği, nihayetinde travmatik etkileri ve toplumsal etkilenmeyi daha da arttırdı. Yeterli tepkinin gösterilmemesi, dünya hükümetlerinin soykırımı engellemeye yönelik gereken baskıyı uygulamaması sadece şu an ihtiyacı olan insanlara yardım edememenin üzüntü ve çaresizliğini yaşamamıza değil, kendi güvenli gelecek algımızın elimizden alınmasına da sebep oluyor. Travmanın hem akut etkileri hem uzun sürece yayılan etkileri nesiller boyunca karşımıza çıkabilecek ruhsal sorunlara yol açıyor. Bireysel rahatsızlıkların yanında travmaların nesiller arası aktarılması ile çözülemeyen ruhsal süreçlerin toplum ruh sağlığını bozmakla kalmayıp ve toplumlar arası ilişkilerin de olumsuz yönde etkilenmesine sebep olduğunu biliyoruz. Gazze’de, Batı Şeria’da, Yemen’de, Lübnan’da, Ukrayna’da, dünyanın pek çok bölgesinde şu an yaşanmaya devam eden katliam ve yıkım tüm insanlığın ortak hafızasında ve ruhsal dünyasında ağır izler bırakıyor, bırakacak. Ruhsal ve bedensel iyilik halinin, ortak insani değerler, evrensel insan hakları doğrultusunda ancak birbirimizi koruyarak, sesi yetmeyenlerin sesi olarak mümkün olacağını bilmemiz gerekiyor. Her türlü baskılara rağmen katliamlara tepki veren, direnen, yardım ulaştırmaya çalışanların varlığı bizlere nasıl güç ve umut veriyorsa bu gücü büyütmek için yapılması gerekenlerin sorumluluğunu da veriyor. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak bu sorumluluğu her zaman üstlenmeye hazır olduk, çözüm üretme süreçlerinin parçası olduk ve mesleki kimliklerimiz ve insani değerlerimiz doğrultusunda olmaya da devam edeceğiz.