Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü
25 Kasım’ın sembolü Mirabel Kardeşler Patria, Minerva ve María Teresa Dominik Cumhuriyeti'ni yöneten Rafael Leonidas Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. Mirabel Kardeşlerin demokrasi ve insan hakları talepleri, onların Trujillo tarafından pek çok kez hapse gönderilmelerine neden oldu. Trujillo’nun "Ülkenin en büyük iki sorunu: kilise ve Mirabel Kardeşler." dediği konuşmasından sadece 23 gün sonra, 25 Kasım 1960 tarihinde, Mirabel Kardeşler diktatörlük yandaşları tarafından katledildiler. Ölümleri basına trafik kazası olarak yansıtıldı. 1981 yılında, Birinci Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kurultayı’nda 25 Kasım, ”Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. Birleşmiş Milletler ise 1999 yılında 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etti. 1999’dan beri, her yıl 25 Kasım’da dünyanın her yerinden kadınlar olarak, Mirabel Kardeşleri anarak mücadelelerinden aldığımız güçle kadınlara yönelik şiddete karşı ses çıkarıyor ve haklı taleplerimizi haykırıyoruz. Mirabel Kardeşlerin katlinden bu yana ne yazık ki durum çok da iyiye gitmemiştir. Kadınlar; ekonomik, sosyal, kültürel, akademik, siyasi ve pek çok alanda cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmaktadır. Ataerkil toplum, yaşamın her alanında kadınların kendilerini gerçekleştirmelerini ve eşit özneler olarak var olmalarını engellemektedir. Cinsiyet eşitliği; ulusal ve uluslararası düzenlemelerle güvence altına alınmış olmasına karşın dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak sağlanabildiği hiçbir ülke yoktur. Kadınların insan haklarına erişiminin önündeki engeller farklı zamanlarda, farklı çeşitlerde olabilmektedir. Kadınlar; anayasal haklardan erkeklerle eşit olarak yararlanma, kamusal alanda yer alma, öğrenim hakkından yararlanma, kendi bedenleri ile ilgili kendileri karar verebilme, eşit işe eşit ücret, kadın istihdamının artması gibi pek çok konuda mücadele vermişlerdir ve bu çetin mücadele halen devam etmektedir.
Türkiye ise son yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının insan hakları açısından giderek gerilemektedir. Her yıl düzenli olarak yayınlanan Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarında İlerleme Raporu 17 maddeden oluşmakta ve 5. maddede toplumsal cinsiyet eşitliği yer almaktadır. 2022 yılında düzenlenen bu raporda Türkiye bu alanda 146 ülke arasında 124. sıradadır. Kadınlar; cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa ve farklı türlerde şiddete maruz kalmakta ve maruz kaldıkları şiddeti, bilgiye erişim kısıtlılıkları ve güçlenmelerini engelleyici politikalar nedeniyle ‘şiddet’ olarak bile tanımlayamamaktadır. Birçok kadın ise şiddet sonrası kendilerini koruması
gereken yasa ve kurumlardan endişe etmektedir. Son yıllarda, kadın hakları mücadelesinde en büyük kayıplardan biri şüphesiz Türkiye’nin 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi olmuştur. Devletin sadece aileyi baz alarak yürüttüğü politikalar, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetle mücadeleyi güçsüzleştirmektedir. Ataerkil sistem kadına yönelik şiddeti körüklemekle birlikte yasama, yürütme ve yargı organlarıyla resmen kadınların en temel haklarına saldırır duruma gelmiştir. Bunun son örneğine Şebnem Korur Fincancı'ya yönelik yürütülen hedef gösterme ve ardından işletilen adli süreçte şahit olduk. Bu çarpık düzen içinde Dr. Aynur Dağdemir, Dr. Melike Erdem, Dr. Ece Ceyda Güdemek ve Dr. Rümeysa Berin Şen hayattan koparıldı.
Kadınların ülkemizde yaşadığı önemli zorluklardan biri de doğum kontrol yöntemlerine ve kürtaj hakkına ulaşım kısıtlılığıdır. 2012 yılından itibaren yasal bir hak olan kürtaja devlet hastanelerinde ulaşım neredeyse imkansız hale gelmiştir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde olması gereken gebeliği ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları önleyici hizmetler, örneğin prezervatif, doğum kontrol hapları, spiral takımı, HPV taramaları son yıllarda erişilebilir sağlık hizmeti olmaktan çıkmıştır. Kadının bedeni hakkında söz söyleme hakkını elinden alan, kadının otonomisini hiçe sayan bu kısıtlamalar kadınların hem beden hem ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Ülkemizde de dünyada da dönüşümlerin, kadınların yaşamları ve hakları için mücadele etmeleriyle gerçekleşeceğini biliyoruz. Kadınların mücadeleleri sonucu kazanılmış haklarını yok etmeye çalışan söylemsel, fiili ve hukuki bir kuşatmanın her yerde yaşandığı çok açık; ama açık bir şey daha var ki bu kuşatmaya karşı kadınlar mücadele ve dayanışmadan geri adım atmadılar. İranlı kadınların haklı direnişi baskı altında olan bütün insanlar için umut ışığı olmuştur. Bu dönem, hem bize hem de herkese, dayanışmamızın giderek büyümekte olduğunu ve dünyanın hiçbir meydanına konulan yasakları dinlemeyecek kadar cesur olduğunu gösterdi. Bu cesareti büyütenleri, geleceğe birlikte yürüdüğümüz ve mücadelesini miras aldığımız bütün kadınları saygıyla selamlıyoruz.
Non Una di Meno: Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz !
İstanbul Tabip Odası Kadın Komisyonu Türkiye Psikiyatri Derneği Adli Tıp Uzmanları Derneği Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği