58. ULUSAL PSİKİYATRİ KONGRESİ TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ BASIN TOPLANTISI

psikiyatri.org.tr /

Değerli Basın Çalışanları,

Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından düzenlenen 58. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nin bu yılki teması “Değişen Zamanlarda Psikiyatri” olarak belirlenmiştir.

Geçtiğimiz bir yılda afetlerden insani krizlere toplumun ruh sağlığını etkileyen onlarca olayı yaşadık. Bir taraftan küresel salgını geride bırakmaya çalışıyorken, diğer taraftan kapımızı çalan ekonomik zorluklara ve yoksulluğa karşı durmaya çalışıyoruz. Psikiyatristler olarak hekimliğin gereğini yerine getirdiğimiz, bilimin yanında, ayrımcılığın karşısında olduğumuz için şiddete maruz bırakılsak da mesleğimizi etik ilkeler ve bilimsellik çerçevesinde sürdürmek için mücadele ediyoruz. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak değişen dünyanın bu zorlukları içerisinde ruhsal bir sorun yaşayan veya ruhsal hastalıkları olan kişilerin haklarını dile getirmek, ekonomik krizin yol açtığı sağlık sorunlarına karşı yapılabilecekleri tartışmak ve ayrımcılığa maruz kalan grupların sesi olmak için bu basın toplantısında Ruh Sağlığı Yasa Tasarısını, Ekonomik Krizin Gölgesinde Ruh Sağlığını ve Ayrımcılığın Ruh Sağlığına Etkilerini ele alacağız.

Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı

1995 yılında kurulan Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ruhsal zorlukları ya da hastalıkları olan kişilerin kendine özgü haklarının düzenlendiği bağımsız bir Ruh Sağlığı Yasası gerektiğini 1998 yılından itibaren birçok platformda dile getirmiş ve bu konuda çalışmalar yapmıştır: yaklaşık 25 yıllık süreçte hazırlanan ve Sağlık Bakanlığı’na sunulan iki yasa taslağı, TBMM Başkanlığı’na sunulan iki kanun teklifi de bu çabalarımızla oluşmuştur. 

TPD ruh sağlığı yasasının içeriği, niteliği ve kapsamı konusunda ülkemizdeki en deneyimli ve birikimli kurumdur. Derneğimiz ülkemizin ruh sağlığı sorunları yaşayan ve yaşama olasılığı bulunan insanlarımız ve hastalarımızın hak ettiği seviyede önleyici, koruyucu ve tedavi edici, hizmet alan eksenli bir ruh sağlığı yasası için aşağıdaki niteliklerin ve ilkelerin temel alınmasını önermektedir.

  • Ruh Sağlığı Yasası ruhsal zorluk yaşayan, ruhsal hastalığı ya da engeli olan bireylere yönelik hizmet alan merkezli ve hak temelli olmalıdır.
  • Amaç hizmet alanın kendi kararını verebilmesini sağlamak, hizmet alan bireyi sağlığı, geleceği ve tedavisi ile ilgili karar süreçlerine olabildiğince katabilmek olmalıdır.
  • Kısıtlayıcı ruh sağlığı hizmetlerini mümkün olan en az seviyeye indirmeyi hedeflemelidir. Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine öncelik vermeli, eşit ve adil bir şekilde tedaviye erişimi de esas almalıdır. İstemli tedaviyi teşvik etmeli, istemsiz tedavi durumlarında kişi haklarını esas alarak yargı organları ya da bağımsız organlar tarafından denetleme ya da izleme prosedürleri tanımlanmalıdır.
  • Önleyici- Koruyucu- Geliştirici ruh sağlığı hizmetleri tanımlamalıdır. Savaş, afet, yoksulluk, ayrımcılığa maruz kalma, göç gibi çevresel faktörlerin ya da yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, sağlık durumu, hayat tarzı ve travmatik olaylara maruz kalma gibi kişisel nitelikte ruh sağlığını bozan faktörlerin yoğun olduğu şartlara karşı önleyici ve koruyucu hizmetlerin verilmesini sağlamalıdır.
  • Dili özenle işlenmelidir, her türlü ayrımcı ifade ayıklanmalı, hizmet alanların dezavantajları giderilmelidir.
  • Ruh sağlığı alanındaki bilimdışı, istismara yönelik yanlış uygulamalar önlenmelidir.
  • Dünyadaki örneklerinde olduğu gibi öncelikle ruh sağlığı hizmeti uygulamalarını düzenleyen bir yasa olmalıdır. Ruhsal müdahalelerin yetkin ve yetkili ruh sağlığı alanında görev yapan meslek mensupları tarafından yapılmasını sağlamalı ancak bir meslek yasası haline getirilmemelidir.
  • Hizmet alanların yanı sıra, bakım veren ve hizmet veren kişilerin haklarını da içermelidir.
  • Ruhsal hastalıklara yönelik uygulanan bütün müdahaleler tıbbi tedavinin parçaları olarak görülmelidir. Ruh sağlığı hizmetleri kamu ya da özel sağlık sigortası kapsamına alınmalıdır. 

     

Ruh sağlığı hizmetleri kamu ya da özel sağlık sigortası kapsamına alınmalıdır. 
Ruh Sağlığı Yasası ülkemiz için, yıllardır olduğu gibi bugün de, ertelenemeyecek bir ihtiyaçtır. Bu yasanın hazırlık sürecinde bu alanda yılladır çaba sarf eden, ürünler geliştiren Türkiye Psikiyatri Derneği’nin görüşlerinin dikkate alınması, sürecin ruh sağlığı hizmeti alanların, hastaların ve yakınlarının dahil edilerek yürütülmesi gereklidir.

Ekonomik Krizin Gölgesinde Ruh Sağlığı

Ekonomik kriz bir anda ortaya çıkan bir değişiklik değil, ekonomi politik sistemin doğasında olan yapısal bir bozukluğun yansımasıdır. Belli dönemlerde bu yapısal bozukluk kriz şeklinde kendini gösteren büyük değişimlere, sarsıntılara yol açar. Ekonomik ve kurumsal yapı, politik tercihler, var olan sınıfsal eşitsizlikler, toplumsal cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, dinsel yapı, etnik yapı ve mesleki konum gibi birtakım özellikler krizin etkilerini daha da derinleştiriyor. Bu bağlamda ekonomik krizi salt ekonomi alanında ortaya çıkan bir değişiklik değil, hayatın bütün alanlarında etki gösteren bir yaşam kriziyle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. 

Krizin sonuçları neler? Ne tür etkilerde bulunuyor?

Ekonomik krizlerin ve yarattığı işsizliğin sonucu yoksulluk ortaya çıkmaktadır. Yoksulluk ekonomik krizlerinin ruhsal açıdan en örseleyici, tahrip edici kavramı olarak giderek görünür hale gelmektedir.

Pandemi ile birlikte Türkiye'de ve başka coğrafyalarda Dünya derin yoksulluk kavramıyla tanıştı. Artık temel yaşam gereksinimleri için gereken gelire sahip olamamak, ölümün sınırında, açlığı ve yoksunluğu anlatan bu kavram, yoksulluğun gelir düşüklüğü değil onurlu, sağlıklı bir biçimde yaşayabilmenin kendini gerçekleştirebilmenin, özgürce ifade edebilmenin, hayattan tat alabilmenin olanaklarının kaybolduğu durum olarak ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Böyle bakıldığında yoksulluğun yaşamı tahrip edici özellikleri görünür olmaya başlamaktadır. İşsizlik ve yoksulluk ekonomik krizlerle birlikte insanların sağlık sistemine ulaşmalarında da ciddi bir zorluk yaratmaktadır. Hem krizler sağlık sistemini bozmakta, sağlığa ayrılan bütçede azalma, kesintiler, sağlık altyapısının geliştirilmemesi, insanların sağlık güvencelerinin kaybıyla birlikte sağlık hizmetlerine ulaşamamaları söz konusu olmaktadır. Sağlıkta dönüşüm programıyla birlikte özel sağlık sisteminin başat hizmet sunucusu olması, kamusal sağlık sistemindeki çöküş sağlık hizmetine ulaşımı daha da zorlaştırmaktadır. Bütün bunlar ruhsal açıdan insanları etkileyen, inciten örseleyen, ruhsal bozuklukların yaygınlıklarını artıran bir nitelik taşımaktadır. Yine krizlerle birlikte siyasal iktidarların sınıfsal tercihleriyle bağlantılı olarak artan şiddet, ayrımcılık, ötekileştirme, bireylerin demokratik haklarını kullanma önündeki engeller ruhsal etkilenmenin düzeyini daha da arttırmaktadır.  Kadınlar, çocuklar yaşlılar, farklı etnik yapıda olanlar bu kriz dönemlerinde daha fazla etkilenmektedir. Yapılan araştırmalar kriz dönemlerinde ekonomik krizlerle ve bağlantılı olarak depresyon yaygınlığının 2-3 kat, intihar girişimi ve intihar olanlarının yine 2-3 kat arttığını, genel olarak ruhsal hastalıkların yaygınlığında 2-3 kat artış olduğunu göstermektedir.

Biliyoruz ki krizlerin yol açtığı yoksulluk ve ruhsal zorlanmalara karşı psikiyatristlere düşen görevler var.  Öncelikle yoksulluğu üreten koşulların ortadan kalkması, toplumsal yapıda yoksulluğun yaşanmadığı bir değişikliğin ortaya çıkması için çabalamalıyız. Yoksulluğu ortadan kaldıracak ekonomik destekler, sosyal yardımcılar, iş olanaklarının artırılması, sağlık sistemine ücretsiz ulaşma gibi uygulamaları desteklemeli, ruhsal sorunları olan insanların yoksulluğun getirdiği zorluklarla başa çıkabileceği koruyucu ruh sağlığı müdahalelerine öncelik vermeliyiz.

Ayrımcılık ve Ruh Sağlığı

Ruh sağlığı; içinde bulunulan dönemden, sosyokültürel, ekonomik, siyasal faktörlerden, yaşanan damgalama ve ayrımcılıktan bağımsız düşünülemez. En çok örselenmeyle karşılaşan gruplar maalesef zaten doğuştan gelen haklarını “elde etmek” için hala çaba sarf eden gruplar olmaktadır. Sürecin sonucu olarak haklarından en kolay mahrum edilecek kişiler de halihazırda “dezavantajlı” olan kadınlar, yaşlılar, çocuklar, yoksullar, etnik ve dini açıdan azınlık gruplara dahil bireyler, ruhsal hastalık nedeniyle damgalanan bireyler, cinsel kimlik nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan LGBTİQ+ bireyler, göçmenler ve mülteciler olmaktadır. Topluma renk veren bu çeşitliliklerin hedef gösterilmesi, gelir dağılımının giderek bozulması ve toplumun bu hatlar üzerinden kutuplaştırılması kişilerin ve toplumun ruh sağlığını olumsuz olarak etkilemektedir. Görmezden gelmek, baskılamak ve hatta kriminalize etmek var olan sorunları daha da şiddetlendirmektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılıkla mücadele devam ederken, önceden kazanılmış haklardan vazgeçilmesi ve “ilerleme” kaydedilmiş gibi görünürken “insan”a karşı ayrımcılığın kışkırtılmasını kaygı ile izliyoruz. Temel yaşam haklarına dönük saldırıların İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyle en üst seviyeye ulaştığı bir dönemde “eşitsizlik” ve “hukuksuzluk”, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini yerle bir etmektedir. Zor zamanlarda önemli bir kavram olarak umut, görmeyi istemesek ya da karanlık içinde göremesek de bazen “oracıkta” duruyor. Pandemi, savaş, ekonomik güçlükler, insan haklarına sistematize saldırılar, yeterli önlemler alınmadığından yitirilen hayatlar her gün sürüp giderken, İran’da başlayıp dünyaya yayılan kadın hareketinde olduğu gibi umut bir yerde canlanıveriyor.

Temel insan haklarının dünyanın her yerinde, her birey için sağlanması ve bunun denetlenmesi gerektiğini hatırlatıyoruz. Bu durum, kişilere “ayrıcalık” vermek ya da “dahil etmek”le değil, insanın insan olmaktan doğan haklarını sürdürmek ve korumakla ilişkilidir.

Herkes, hatta şu an “daha eşit” olduğunu düşünenler bile, eşitliğe ihtiyaç duyar ve eşitlik de herkesin katılımına muhtaçtır! Ruhsal stresin azaltılması ve herkesin “bütün”ün parçası olduğunu hissetmesi için toplumun her kesiminde eşitliğin sağlanması gerekliliğini yeniden vurguluyoruz.

Saygılarımızla,

Türkiye Psikiyatri Derneği