Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve ayrımcılık, kadınlar ve kız çocukları açısından dezavantajlı bir sosyal konum yaratarak var olan eşitsizliği her gün yeniden üretmektedir. Çağımızın krizi COVID-19 pandemisi eşitsizlikleri daha da derinleştirmiştir. Bizler, psikiyatri hekimleri olarak, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddet nedeni ile ruh sağlığı olumsuz etkilenen kişilere hizmet vermekteyiz. Ülkemizde yaşam hakkının ihlaline ve hatta cinskırıma varan boyutta toplumsal cinsiyete dayalı şiddete sıklıkla tanıklık etmekteyiz. Aşikâr şiddet biçimlerinden çok daha sık görülen eşitsizliğin, yanlılığın, toplumsal cinsiyete dayalı kalıpların yıkılmasının kadınlar, kız çocukları ve LGBTİQ+’lar için eşit bir dünya yaratılmasında yaşamsal öneme sahip olduğunu biliyoruz.
Kadınların kendi hayatları ve bedenleri konusunda özgürce karar almalarını desteklemek ve kadınları güçlendirmek, toplumsal cinsiyet kalıp yargıları ile her alanda mücadele etmeyi gerektirmektedir. Örneğin, cinsiyet rollerine ilişkin ayrımcı sosyal normlar, siyasi katılımda eşitsizliğe neden olmaktadır. Günümüzde pek çok ülkede, kadınların liderlik konumlarında ve karar verici süreçlerde görev almasını engelleyen yazılı kurallar olmasa da, yöneticilerin tutumundan dolayı cinsiyet dağılımındaki belirgin eşitsizlik sürmektedir. Nitekim yöneticilerin çoğunluğunu da heteroseksüel erkekler oluşturur. Dünya üzerindeki ülkelerin yalnızca 22 tanesinin devlet başkanı kadındır, meclislerin yüzde 24,9’u kadınlardan oluşur, oysaki nüfusun yaklaşık yüzde 50’si kadındır!
Kadınların aynı görevi yapan erkek meslektaşlarına göre daha düşük ücret almalarına karşın daha fazla emek harcadıkları da bilinmektedir. Çalışma ortamlarında, toplu taşımada, sosyal medyada yaşanan kadına yönelik zorbalık, taciz ve şiddet; kadınları özel alanlara hapsetmeyi amaçlayan ataerkil ideolojinin bir sonucudur. Ulaşılabilir/ ücretsiz bakım hizmetlerinin eksikliği, orantısız bir şekilde bakım emeğini üstlenmiş kadınları kamusal yaşamdan ve diğer liderlik alanlarından geri tutar. Dünyada ve ülkemizde COVID-19 salgını sırasında kadınların harcadığı fiziksel ve duygusal bakım emeğinin bir sonucu olarak zaman yoksulluğu ve tükenmişlik artmıştır. Birleşmiş Milletler’in desteklediği 144 sivil toplum örgütü temsilcisinin değerlendirmesine göre, çok sayıda kuruluştaki personel, kadına yönelik şiddet olguları nedeniyle benzeri görülmemiş bir hizmet talebi ile karşı karşıya kaldıklarını bildirmişlerdir.
Kadınların, özellikle de genç kadınların lider konumunda olduğu organizasyonlarda olumlu sonuçlar görülmektedir. COVID-19 salgınına verilen en etkili ve örnek tepkilerin önemli bir kısmı kadınlar tarafından yönetilmiştir. Ayrıca kadınlar dünyanın pek çok yerinde, sosyal adalet, iklim değişikliği ve eşitlik için sivil toplum hareketleri içinde ön sıralarda yer alır.
Feminist sivil toplum aktivizmi, yasa koyucuları ve uygulayıcıları kadınlar ve kız çocuklarının insan haklarını korumak konusunda sorumluluk almaya zorlamaktadır.
Toplumsal yaşamda ve karar alma süreçlerinde kadınlar ve kız çocukları tüm çeşitlilikleri ile kapsanmalıdır. Kırsal kesimdeki kadınlar, engelli kadınlar, azınlık ve/ veya sığınmacı kadınlar, lezbiyen, biseksüel ve interseks kadınlar ve translar, ayrımcılığa, dışlanmaya, tacize ve şiddete maruz bırakılmadan kamusal yaşama dâhil edilmelidir.
Cinsiyet eşitliğine ulaşmak, kadın ve erkeklerin kurumları ve sistemleri dönüştürmek için birlikte çalışmasını gerektiren ortak bir sorumluluktur. Bu sorumlulukla devletler, kadınların ve kız çocukları ve LGBTİQ+’ların insan haklarını korumak; bu amaçla kamusal hayatta kadına yönelik şiddet eylemlerini önlemek, soruşturmak ve cezalandırmakla yükümlüdür. Güç eşitsizliğini dönüştürmek, kadınların insan haklarını desteklemek ve korumak için yaşamsal önem taşır. Psikiyatri hekimleri olarak bizler, her alanda toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden kadın liderler görmek istiyoruz.
Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi