Tecavüz nedeniyle hamile kalan iki kadının gebeliklerini sürdürüp sürdürmeyeceklerine dair tartışmaları üzüntüyle izliyoruz. Kadınların bedeni üzerinde kendi söz haklarını hiçe sayan bu tartışmalar, sağlıkla ilgili resmi otoritelerin bile ‘doğursunlar, gerekirse devlet bakar’ gibi ifadeler kullanarak kadın bedenini bir kuluçka makinesine indirgeyen söylemleri, kadınların ruh sağlığı açısından tahripkar etkiler yaratmaktadır.
Tecavüzle meydana gelen gebelik sonrasında doğuma zorlanan kadınların ruh sağlığında ortaya çıkan bozulmalar uzun zamandır bilinmektedir. 40 hafta boyunca travmatik olayı sürekli hatırlatacak bir bedensel değişimle yaşamaya zorlanmak, tecavüz sonrası ortaya çıkan bebeğe ‘annelik’ yapmasını beklemek kadınların ruh sağlığını giderek bozmakta, kadının kendisine ve bebeğine zarar verme olasılığı olan ciddi ruhsal hastalıklara yakalanmasına yol açabilmektedir. Bu nedenlerle, kamuoyunda adı geçen her iki olgunun da tecavüz ve takip eden gebelik sonucu ortaya çıkan ağır ruhsal travmaları, istenmeyen gebelik süreçleri dikkate alınarak acilen ruh sağlığı uzmanları tarafından değerlendirilmeleri, travmanın etkilerine yönelik destekleyici tedaviler almaları sağlanmalıdır.
Doğum sonrasında ise, anneler tecavüz sonucu doğan bu bebeklerle yeterince ilişki kuramamakta, bebeğin duygusal gelişimi için gerekli olanı ilgi, şefkat ve bakımı gösterememektedir. Bosna Savaşı’nda yaşanan tecavüzler ve zorla doğumlar sonucunda dünyaya gelen tecavüz çocuklarının şimdi kimliksiz ve kimsesiz kaldıklarını gözlenmiştir. Ayrıca doğan çocukta, gerek çocukluk gerekse yetişkinlik döneminde ciddi ruhsal problemler ortaya çıkabilmektedir. Sonuç olarak, kadınların istemedikleri gebelikler sonucu doğurmaya zorlanmaları hem kendi ruhsal sağlıklarını bozmakta hem de doğacak bebeğin ruh sağlığını tehdit etmektedir. Tecavüze uğrayan hiçbir kadın doğurmaya zorlanmamalı, gebeliği sürdürme kararını kadının almasına izin verilmelidir.
Bu nedenle açıktır ki; tecavüzlerde bürokrasinin yavaşlığına yer yoktur. Türkiye’de tecavüz sonrasında gebeliğin sonlandırılacağı yasal sınır 20 haftadır. Tüm dünyada tecavüze uğrayan birçok kişi damgalanacağı, suçlanacağı, daha sonra kuracağı ilişkilerde bu nedenle zorluklar çekeceği ve bazen de ülkemizde ve yakın doğu ülkelerinde olduğu gibi ‘namus cinayetleri’ne kurban gidebileceğini düşünerek bu olayı bildirmekte zorlanmaktadır. Sık sık basına yansıyan haberlerde de görüldüğü gibi, birçok kadın gebelik görünür hale gelene kadar yakınlarına söz etmemekte ve yasal mercilere başvurmamaktadır. Bu nedenle 20 haftaya az bir zaman kala kadınlar tecavüzün nişanesi olan ve ‘tecavüz tümörü’ olarak da adlandırılan bu gebeliğin sonlandırılmasını istemektedirler. Tıpkı doğal afetlerde, bombalama vb. terör olaylarında olduğu gibi kurbanların acil tıbbi ve hukuksal yardıma ulaşmaları sağlanmalıdır. Tecavüz olaylarında sağlık ve hukuk kurumlarında bürokrasinin yavaş seyrine yer yoktur!
Açıktır ki, fetüsün dışarıda hayatını kısmen sürdürebilecek gelişimsel seviyeye geldikten sonra gebeliğin sonlandırılması, tıbbi etik açısından dikkatle ele alınması gereken zor bir konudur. Dünyadaki birçok gelişmiş ülkede gebeliğin sonlandırılması için kabul edilen yasal sınır dolduktan sonra, (1) gebeliğin annenin bedensel sağlığını ciddi şekilde tehdit etmesi, (2) fetüste yaşamla uyuşmayacak ya da normal bir yaşamla bağdaşmayacak ileri anomalilerin olması ve (3) gebeliğin ilerlemesinin annenin ruh sağlığı üzerine yıkıcı hatta ölümcül etkilerinin olması durumlarında psikiyatristler, hukukçular, adli tıp uzmanları ve kadın doğum uzmanlarından oluşacak bağımsız bilimsel ve etik kurullar gebeliğin sonlandırılıp sonlandırılmayacağına dair kararlar almaktadır. Ülkemizde de, bağımsız tıp ve hukuk profesyonellerinin yer alacağı bir üstkurul oluşturularak, ilerlemiş gebeliklerdeki her bir vakayı hızla ve tek tek ele alarak karar vermelerini sağlayacak yasal düzenlemeler acilen yapılmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla bildiririz.
Türkiye Psikiyatri Derneği adına