TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ 4 ŞUBAT DÜNYA KANSER GÜNÜ İLE İLGİLİ BASIN BÜLTENİ YAYINLADI: KANSER ve RUHSAL BOZUKLUKLAR

psikiyatri.org.tr /

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
4 ŞUBAT DÜNYA KANSER GÜNÜ BASIN BÜLTENİ
 
KANSER ve RUHSAL BOZUKLUKLAR
 
4 Şubat Dünya Kanser günü Dünya Kanser Savaş Örgütü (UİCC) tarafından her yıl anılan ve ülkemizde de Türk Kanser Araştırma Ve Savaş Kurumu’nun ( TKASK ) kampanyalar ve etkinlikler düzenlediği bir gündür. 80 ülkeden 270 kuruluşun üye olduğu dünyadaki en büyük, bağımsız, kar amacı gütmeyen kanserle savaş örgütü olan tanımlanan Dünya Kanser Savaş Örgütü, temel amacının gelecek kuşaklara kanserden arındırılmış bir dünya bırakmak olduğunu ifade etmekte, bu amaçla her yıl 4 Şubatın Dünya Kanser günü olarak anıldığını belirtmektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği bu önemli günde kanserin bireyin ruhsal ve toplumsal yaşamında yarattığı etkiler, hastaların yaşadığı güçlükler, ortaya çıkan ruhsal bozukluklar ve tedavileri, ailelerin yaşadığı güçlükler konusunda kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlamaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından 2007 yılında yayımlanan TÜRKİYE’DE KANSER KONTROLU raporunda bile kanserin psiko-sosyal sonuçları ile ilgili bir tek bölüm bulunmaması bu konuyu gündeme getirmemizin önemini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Türkiye Psikiyatri Derneği bu konudaki görüşlerini basın ve kamuoyuyla paylaşmak istemektedir.
Kanser ruhsal-toplumsal sorunların en sık görüldüğü önemli hastalıklardan biridir. İnsanın varoluş çatışmalarını çok yoğun yaşadığı bir süreç olarak ciddi ruhsal sonuçlara yol açma potansiyeli taşımaktadır.
 
Kanserin ruhsal yönlerini araştıran çalışmalar son yıllarda önem kazanmıştır. Yapılan bir çok çalışmaya ve araştırmaya rağmen yaşam süresinin uzamasındaki başarısızlık ruhsal özelliklerin yaşam süresini uzatma sürecindeki rolünün önemine dikkat çekmiştir. Kanserin biyolojik tedavisi yanında eşlik eden ruhsal sorunların tedavisinin yaşam süresini uzatmadaki rolü son yılların dikkat çeken bulgularındandır.
 
Psikiyatrinin kansere ilgisi çok eski olmasına karşın psiko-onkolojinin bir disiplin olması yenidir. Kansere eşlik eden ruhsal bozuklukların sıklığı ve tedavisi, psikoterapiler, aile, sağlık çalışanları, hastalığını ortaya çıkışı ve gidişinde rolü olan etkenlerin neler olduğu ve yaşam kalitesi bu disiplinin ilgi alanındadır.
 
DÜNYADA ve TÜRKİYE’DE KANSER YAYGINLIĞI
 
Türkiye de kanser ile ilgili veriler daha çok sağlık bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), kanser kayıt ve araştırma merkezleri ile kanserle savaş derneklerinin verilerinden elde edilmektedir. Veri toplama yöntemlerinde yetersizlik uzun süre Türkiye’nin kanser profili ile ilgili doyurucu verilere ulaşmayı zorlaştırmıştır. 2007 de Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi tarafından yayımlanan kapsamlı rapor kanser epidemiolojisi ile ilgili önemli veriler sunmaktadır. Bu rapora göre 1947 den beri süren kanserle savaş sürecinin giderek daha büyük ivme kazandığı öne sürülmektedir.
 
Dünyada kanserin yaygınlığı
 
Kanserin tüm dünyada ve ülkemizde %22’lik oranla kalp damar hastalıklarından sonra en sık ikinci ölüm nedeni olduğu belirtilmektedir. Bu sonuçlar kanserin önemli bir toplum sağlığı sorunu olduğunu göstermektedir. Özellikle önlenebilir ve toplum taramalarıyla erken tanı ve tedavisinin olanaklı olması bu sorunun en önemli özelliğidir. Kanser birincil koruyuculuğun çok önemli ve etkili olduğu, buna ilişkin olanakların en güçlü olduğu hastalıklardandır. Örneğin sigarayı önlemeye yönelik çalışmaların, eş deyişle tütün kontrolünün 40 bin akciğer kanserini önleyeceği öngörülmektedir.
 
2000’li yıllarına başında dünya da 6 milyon insan kansere yakalanırken bu sayının önümüzdeki yirmi yıl içinde 12 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. 2005 yılı içinde 12 milyon kişinin kansere yakalandığı belirtilmektedir. 7 milyon kişinin kanser nedeniyle yaşamını yitirdiği, 25 milyon kişinin ise kanserle yaşadığı aktarılmaktadır. 2030 yılında 24 milyon kişinin kansere yakalanacağı öngörülmektedir. 17 milyon kişinin kanser nedeniyle yaşamını yitireceği, 75 milyon kişinin ise kanserle yaşayacağı sanılmaktadır.
 
Çalışmalardan elde edilen bulgular kanser yaygınlığındaki artışın ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde daha hızlı olacağı yönündedir. Tüm veriler kansere karşı öncelikli olarak koruyucu sağlık uygulamalarına ağırlık verilmesi gerektiğini, kamucu bir sağlık politikası anlayışıyla kanser önleme politikalarının geliştirilmesi gerekliliğini göstermektedir.
 
Bu veriler bir noktayı daha bize göstermektedir. Bu nokta, gelecekte giderek daha büyük ve ciddi bir toplum sağlığı sorunu olacağı öngörülen kanserin yarattığı ruhsal sonuçların, bunları tanıma ve tedavi etme süreçlerinin ne denli önemli olacağıdır. Kanser sadece bu hastalığa yakalanan bireyi değil tüm ailesini ve yakınlarını derinden etkileyen bir durum olarak değerlendirilmeli ve bu bağlamda bir mücadele yaklaşımı geliştirilmelidir.
 
Özellikle yoksul ve düşük gelirli ülkelerde kanser tanısının % 80 oranında hastalığın ileri evresinde konması, bunun yanında hastalık yükünün ve ekonomik etkisinin yüksek olması üzerinde kafa yorulması gereken çok önemli bir veridir. Bu ülkelerde kanseri önlemeye yönelik harcamaların ise dünyadaki toplam kanser harcamalarının %10’unu geçmediği vurgulanmaktadır.
 
 
Türkiye’de kanserin yaygınlığı
 
Ülkemizde her yıl 150 bin yeni kanser hastasının olduğu belirtilmektedir. Ülkemizde kanser kayıt merkezleri 8 ili kapsayan bir veri toplama çalışması yürütmektedirler. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi yayımladığı son raporda tüm iller ya da Türkiye’ye genellenebilen sayılara sahip olmadıklarını, İzmir ile ilgili sayıların daha kesin sayılar olduğunu ifade etmektedir. 2007 yılında yayımlanan Türkiye’de Kanser Kontrol raporuna göre Türkiye de Kanser kaba hızı erkeklerde 100 binde 110.3, yaşa standardize hızı 100 binde 137 iken; kadınlarda kaba hız 100 binde 82, yaşa standardize hız 100 binde 91’dir. Türkiye’de kansere bağlı kaba ölüm hızı 100 binde 85.7 iken, kadınlarda bu oran 100 binde 58.7’dir. Yaşa standart hızlar erkeklerde daha belirgin olmak üzere daha yüksektir (100 binde 107.8’e 100 binde 58.7). Erkeklerde akciğer, mide barsak sistemi ve prostat, kadınlarda meme, mide barsak sistemi ve yumurtalık kanserleri daha sık görülmektedir.
 
KANSER BİREYİ RUHSAL ve TOPLUMSAL AÇIDAN NASIL ETKİLER?
 
Kanser hastalığının yol açtığı strese verilen yanıt, sergilenen uyum çabaları bireyin özellikleri, hastalığın özellikleri ve çevresel etkenlere doğrudan bağlıdır. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, kişilik yapısı, kanserin türü, evresi ve diğer özellikleri, bireyin sosyo-demografik özellikleri (iş, evlilik, yaşam koşulları, sosyal güvenlik vs), sosyal destek ağının durumu, hastalığın bu değişkenler üzerinde yarattığı tahribat gibi etkenlerin tümü ruhsal bozuklukların ortaya çıkışında rolü olan değişkenlerdir.
 
Hastalık bireyin yaşadığı çok önemli bir krizdir. Kanser bir stres etkeni olarak bireyin yaşamında ciddi bir kriz yaratır. Temel süreç dengenin bozulmasıdır. Bozulan fiziksel denge ruhsal dengenin de giderek bozulmasına yol açar. Strese karşı hem zihinsel hem de fizyolojik tepkiler oluşmaya başlar. Bunun toplumsal ve kişiler arası düzeyde yansımaları olur. Bu süreç bir ruhsal bozukluk oluşana dek ilerleyebilir.
 
Kriz, üç ayrı aşamada kendini gösterir. Bunun ilki tanı konma evresidir. İkinci kriz ise, hastalığın yineleme döneminde ortaya çıkar. Üçüncü kriz de durumun kötüleşmesi ile birlikte yeni tedavi gereksinimlerin ortaya çıktığı dönemlerde yaşanır. 
 
Sık görülen tepkiler; yas tepkisi, yalnızlık, uyum güçlüğü, depresif belirtiler, bunaltı, öfke, inkar, bağımlılık, suçluluk, düşmanca davranışlarda arta, yansıtma, saldırganlık içeren bir direnç durumu ve güçsüzlük olmaktadır. Hastaların ve ailelerin sık olarak karşılaştığı durumlar ruhsal tepkilerin gelişimine katkıda bulunur. Özellikle gelecek ile ilgili belirsizlik ve kuşku, hastalığı anlamlandırmada yaşanan güçlükler, yaşamı bedeni üzerindeki denetimi kaybedeceği inancı, yetersizlik ve başarısızlık duygusu, kanserli bir hasta olarak damgalanma korkusu ve son olarak da hastalığını yakınlarından çevresinden sürekli gizleme çabası önemli etkilerde bulunmaktadır.
 
Kansere uyumda beş evreden söz etmek olanaklıdır. İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Sıklıkla ilk aşama şok, inanmama ve inkardır. Ardından kaygı, panik duygusu ve çaresizlik yaratır. Bunu kızgınlık ve depresyon izler. Kabullenme ile sonlanır. Oluşan kriz şok, tepki, direnme ve uyum sürecini içerir. Her bir aşamada hastaya yönelik sergilenen tutum önemlidir.Umut aşılayıcı yaklaşım, hastayı dinleme, anlama ve kendini ifade edebilmesine zaman ve olanak tanıma, destek sitemlerini çalıştırma, yaşadığı kaygı ve bedene yabancılaşma duyguları ile başa çıkmasını ayırt etme önemlidir. Uyum sürecinde birey kendini, yaşamını ve geleceğini yeniden gözden geçirir, yeniden değerlendirir, isteklerini ve olanaklarını gözden geçirir ve bir yaşam planı oluşturur. Hastalıkla hesaplaşır, yaşamı sorgular ve bir yön çizer.
 
KANSERE EŞLİK EDEN RUHSAL BOZUKLUKLARIN YAYGINLIĞI
 
Kanser hastalarında gözlenen ruhsal bozuklukların yaygınlığının göz ardı edilemeyecek denli yüksek olduğu, yarattığı sonuçlarını ihmal edilemeyecek önemde olduğu belirtilmektedir.
 
Yapılan araştırmalarda kanser hastalarının %47’sinde değişik düzeyde ruhsal bozuklukların ortaya çıktığı görülmüştür. Bu hastalıkların başında depresyon ve anksiyete belirtilerinin sık olarak yer aldığı uyum bozuklukları ve depresyon gelmektedir.
 
Kanser hastalarında anksiyete (bunaltı, kaygı) çok yaygındır. Bu kaygı hastalığın ya da tedavinin korkutucu yanlarından kaynaklanabilir, var olan hastalığın bir belirtisi olarak görülebilir, tedavinin ve kullanılan ilaçların yarattığı bir istenmeyen durum olabilir ya da bireyde daha önce var olan bir anksiyete bozukluğu kanser süreci ile birlikte alevlenmesi sonucu ortaya çıkabilir.
 
Depresyonun kanser hastalarında görülme oranı %5 ile %60 arasında değişmektedir. Depresyon, mide barsak sistemi ve beyin tümörlerinde daha sık ortaya çıkmaktadır. Özellikle kanserin ileri evrelerinde depresyon daha sık görülmektedir.
 
Kanserli hastalarda bazı belirtiler depresyon habercisi olabilir. Bunlar, aşırı bağımlılık, öfke, sosyal çekilme, göz ilişkisinden kaçınma, yakınlarıyla birlikte olmaktan kaçınma, çaresizlik, umutsuzluk, aşırı ağrı yakınmaları, tedaviye uyumsuzluk gibi belirtilerdir.
 
Ailede ve kendisinde ruhsal hastalık öyküsünün olması, ailesel ve sosyal destek sistemlerinin yetersizliği, hastalığın ileri dönemlerinde olma, ağrının varlığı ve kontrol edilememesi depresyonun ortaya çıkması açısından en önemli risk etkenleridir.
 
Kanserli hastalarda %50’ye varan oranlarda uyku bozuklukları görülebilmektedir.
 
Kanserli hastalarda intihar oranları da yüksektir. Bir araştırmada intihar girişimi oranı %17.2 bulunurken, olguların %46’sı intihar düşünceleri ve planlarının varlığından söz etmektedir. Ölüm korkusu genç hastalarda daha yoğun saptanmakta, ileri yaşta ölüm düşünceleri artmaktadır. Özellikle kanserin vücudun başka bölgelerine yayıldığı hastalarda ölüm ve intihar düşüncelerinin yaygınlığı daha da artmaktadır.
 
Bu hastalıklardan biri de bireyin fizik bütünlüğünü tehdit eden, onu dehşete düşüren ve çaresiz bırakan yaşam deneyimlerinin sonucunda oluşan “travma sonrası stres bozukluğu”dur. Kanser birey için “bir deprem, bir felaket“ gibi yaşanmakta ve ruhsal açıdan örseleyici olmaktadır. Ortaya çıkan bu ruhsal tablo kanserin seyrini derinden etkilemektedir. Ayrıca bu bozukluğun kendisi yaşam kalitesini bozan süreğen nitelikli bir ruhsal bozukluk olarak kanserden bağımsız olarak da iz bırakmaktadır. Kanser, sürekliliği olan bir travma olarak daha derin izler bırakabilmektedir.
 
Yapılan çalışmalar kanserli hastalarda TSSB yaygınlığının %1.9 ile %35 arasında değiştiğini göstermektedir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada kanser hastalarının %19’unda travma sonrası stres bozukluğu saptanmıştır. TSSB yaygınlığı kanseri olan kadın hastalarda %24.5 bulunurken, erkek hastalarda %12.8’dir. Ek olarak kansere yönelik ilaç tedavisi alanlarda almayanlara göre, TSSB yaygınlığı daha yüksek bulunmuştur. Tedavi görme hem hastalığın ağırlığını temsil etmekte, hem de ilacın yarattığı sonuçlar ruhsal tepki üretmeyi kolaylaştırmaktadır.
 
KANSERE VERİLEN RUHSAL TEPKİLERİN KÜLTÜREL YÖNÜ
 
Ülkemizde kanserin nasıl karşılandığı, uyum mekanizmaları, sağlık çalışanlarının kansere yaklaşımı, eşlik eden ruhsal bozuklukların sıklığı, tedavisi vs konularda batıdan önemli faklılıklar vardır. Özellikle ülkemizde kaçınma, bilgilendirme sorunları, kaderci kabulleniş daha sık görülmektedir. Hastalar daha fazla inkar etme eğilimi göstermekte, hastaların yaklaşık %20 si söylenecekleri duymamak için doktorlarıyla konuşmamakta, bilgi alma sorumluluklarını yakınlarına yüklemekte, önemli bir hasta grubu ise tanılarını bildikleri halde yakınlarıyla konuşmamakta, hastaların yarıdan fazlasında da hasta yakınları hastaların moralleri bozulacağı endişesiyle tanının hastalara söylenmesini istememektedirler. 
 
Tanıyı söyleyip söylememe konusu halen tartışılan bir konudur. Ülkemiz ve batı arasında fark gözlenen noktalardan biri de burasıdır. ABD’de hekimlerin tamamına yakını söylenmesi taraftarıdır. Nasıl söyleneceği, hastanın buna nasıl hazırlanacağı önemlidir. Gerçeği yadsımayan, var olan seçenekleri içeren, umut aşılayan bir tarz ile söylenmesi önerilmektedir.
 
Doktorlar hastalığı konuşmayı hastanın entelektüel düzeyine göre belirlediklerini, %40 oranında tanıyı söylemediklerini ifade etmektedirler. Bir başka çalışmada da hastaların % 67.9 u, hemşirelerin %70 i doktorların ise %80’ninin tanının söylenmesi gerektiğini belirttikleri aktarılmıştır.
 
KANSERLİ HASTALARA YAKLAŞIM
 
Kansere karşı yaklaşım biyo-psiko-sosyal bir bütünlük içinde olmalıdır.
Kanserin yaşam kalitesini nasıl etkileyeceği, hastaların kalan ömrünü nasıl geçireceği doktorların gündeminde olmalıdır. Hastaların tedavi sürecine etkin biçimde katılmalarının sağlanması için onların görüşlerinin ve beklentilerinin önemsenmesi, hastaların duygu ve düşüncelerine kulak verilmesi, yüreklendirilmesi, empati gösterilmesi ve geri bildirim verilmesi çok önemlidir. Tedavi planı yaparken hastanın önceden hazırlanması, bilgilendirilmesi, tedaviye ilişkin ayrıntıların ve olası sonuçların önceden aktarılması, alınacak önlemler konusunda eğitilmesi, ortaya çıkabilecek ruhsal sorunlar ile ilgili gereken bilginin verilmesi gerekmektedir. Ağrı ve eşlik eden psikiyatrik belirtilerin erken tanı ve tedavisinin yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.
 
Kanser hastalarında ortaya çıkan ruhsal sorunlara odaklanmak ve dikkatleri bu alana yöneltmek çağdaş bir tıp yaklaşımının en önemli öğelerinden biridir Sadece kanseri iyileştirmek ya da yaşam süresini uzatmak değil; hastalık süresinde yaşam kalitesini artırmak, ağrısız, acısız ve konforlu bir yaşam süreci sağlamak çağdaş tıbbın amacı olmalıdır. Tedavi planlarında ruhsal ve toplumsal değişkenler öncelikli olarak gözetilmelidir. 
 
Hastalığın özelikleri yanında kansere ilişkin inanışlar, önceki deneyimler, içinde bulunulan yaş döneminin özellikleri, sosyal destek sistemleri, hastalığa ilişkin kültürel ve toplumsal tutumlar, bireyin kişiliği ve sahip olduğu başa çıkma beceri düzeyi önemli olmaktadır.
 
Kanserli hastaları ruhsal olarak değerlendirmenin güçlüğü
 
Kanserli hastalarda kanser belirtileri ile depresyon belirtileri arasında örtüşme olduğu için tanı koyma sürecinden de güçlükler yaşanabilir. Bu nedenle bedensel belirtilerin dışında kalan karamsarlık, yaşamdan zevk almama, umutsuzluk, yaşamı anlamsız bulma, ölüm ve intihar düşünceleri, kontrolünü yitirme, kendini değersiz bulma, suçluluk gibi duygu ve düşünce alanında ki belirtilere göre değerlendirmenin daha doğru olacağı belirtilmektedir.
 
Tanı sürecinde bedene ilgi artışı, bedensel değişikliklere yönelik endişe ve kaygıda artış gözlenir. Bu noktada iyi bir tıbbi inceleme ve hastaları doğru bilgilendirme çok önemlidir.
 
Ruhsal bozuklukların tedavisi
 
Ruhsal bozuklukların tedavisinde ilaç ve biyolojk tedavilerin yanı sıra, krize müdahale yaklaşımları ve çeşitli psikoterapiler kullanılır. Bu terapiler hastalığın farklı evrelerinde farklı biçimler de yapılandırılmayı gerektirir.
 
Uygulanan tedaviler hastanın iş, aile ve yaşam güçlüklerine odaklanan; sorun odaklı, çok zaman almayan, hastayı aile ve çevresiyle tedavi sürecine katan yaklaşımlar olmalıdır. Bilgilendirme, eğitim ve bireysel ya da grup biçiminde uygulanan psikoterapiler çok yararlı olmaktadır. Tedavilerde amaç hastanın benlik saygısını yeniden kazanması, yaşam dengesini yeniden kurması, sınırlılıklarını kabullenmesi, güçlü yönlerini fark etmesi, kendine özgü başa çıkma becerileri geliştirebilmesi yönündedir. Psikoterapi’nin yaşam kalitesini artırma yanında hastalığın yinelemesi ve ölüm oranlarını önemli ölçüde azalttığı görülmüştür. Örneğin hipnozla ağrı kontrolü yapılan bir çalışmada beş yıllık yaşam süresi 18 ay, on yılık yaşam süresinin ortalama 20 ay uzadığı görülmüştür.
 
Özellikle tedavi aşamalarında ruhsal destek önemlidir. İlk tedavi girişimi sonrasında oluşan umut ışığı tedavilerin yarattığı yan etkiler ve istenmeyen durumlar nedeniyle azalabilir. Özellikle cerrahi girişimlerin yarattığı sıkıntı ve sakat kalma korkusu, ameliyatların ve hastalığın yaşamı tehdit edici niteliği, beden imajı ile ilgili endişeleri biraz geriye itmektedir. Cerrahi girişim sonrası ortaya çıkan bazı kayıplar özellikle depresyon gelişimini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca ışın tedavisi (radyoterapi) uygulamaları da hastalarda yeni korku ve kaygıların oluşmasına yol açmaktadır. Yine uygulanan tedavilerden dolayı uygulanan zorunlu yalıtma (izolasyon) da ruhsal belirtilerin gelişmesine, özellikle terkedilmişlik ve yalnız kalma inancının pekişmesine yol açabilmektedir. Hastalık sürecinin belirsizliği kaygı yaratmaktadır.
 
Bir çok hasta alternatif tedavi seçeneklerine başvurmaktadır. Tıbbi tedaviyi engellemediği, olumsuz etkilemediği ve tedavi uyumunu bozmadığı sürece bu tür arayışların olumsuz bir etkisi olmadığı kabul edilmektedir. Aksine hastanın bu umut arayışlarının onu daha diri tutacağı, bağışıklık sistemini olumlu yönde etkileyerek tedaviye katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Özetle bilimsel ya da popüler olsun, ruhsal tedaviler yaşam kalitesini yükseltmeye aracılık ettiği sürece yararlı olacaktır..  
 
KANSERİ ve SONUÇLARINI ÖNLEMEDE SOSYAL DESTEĞİN ÖNEMİ
 
Kanser, hastalığın seyri ve yarattığı sonuçlar açısından sosyal destek gereksiniminin en önemli olduğu hastalık gruplarının başında gelir. Araştırmalar sosyal desteğin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkide bulunarak kanserin gidişini olumlu yönde etkilediğini, yaşam süresini uzattığını göstermiştir. Özellikle geçirilen yaşamsal ameliyatlar sonrasında başlayan ve süreklilik kazanan sosyal destek yaşam süresinin uzaması yanında yaşam kalitesinin de artışını sağlamakta; hastanın ameliyat sonrası hem yaşama hem de tedaviye uyumunu artırmaktadır. Özellikle hastalığın erken dönemlerinde verilen duygusal desteğin çok önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Hastalar başta eş ve çocukları olmak üzere daha çok ailelerinden destek görmektedirler.
 
Bu desteğin türü önemlidir. Sık sık ziyaret edilme, sorunlarını çözümü sürecinde yanında olma ve sorumluluk alma yanında hastalık üzerine konuşma, bilgi verme önemlidir. Hastaların yarısının hastalıklarını bilmedikleri ya da yeterli bilgi sahibi olmadıkları belirtilmektedir. Sadece aile bireylerinden gelen desteğin kanserin yarattığı ruhsal toplumsal sorunlarla başa çıkma da yeterli olamayacağı, bir kanser politikasının-kronik hasta bakımı çerçevesinde koruyucu ruh sağlığı çalışmalarının önemli olduğu açıktır. Kanser hastaları sıklıkla aileleriyle birlikte yalnız bırakılmaktadırlar. LÖSEV ve benzeri sivil toplum etkinliklerinin katkısı önemlidir ama bu hastalara verilmesi gereken desteğin salt bu tür katkılara indirgenmesi, kamusal bir sağlık ve sosyal politikanını gündem dışında kalmasının büyük eksiklik yarattığını belirtmeliyiz.
 
 
HASTA AİLELERİ
 
Kanserli hastanın hastalık sürecinde hasta aileleri de çok etkilenmekte ve ciddi ruhsal sorunlar yaşamaktadırlar. Aşırı sorumluluk üstlenmeye bağlı yorgunluk, depresif belirtiler sık görülür. Çaresizlik yaşarlar. Eşlik eden suçluluk duyguları, yetersizlik duyguları ve tükenme ortaya çıkar. Hasta yakınları tüm sorunlara rağmen psikiyatrik yardım almayı erteleme eğilimi göstermektedirler.
 
SAĞLIK ÇALIŞANLARI
 
Sağlık çalışanları da hastalın duygusal ve fiziksel yükü karşısında önemli sorunlar ve güçlükler yaşamaktadırlar.
 
 
SONUÇ OLARAK…
 
Kanserin ruhsal ve toplumsal yönleri göz ardı edilmemesi gereken, sağlık sistemi içinde hak ettiği ilginin gösterilmesi gereken, politika belirlemede ağırlık verilmesi gereken en önemli toplum sağlığı sorunlarından bir olduğu akılda tutulmalıdır. Kamusal bir hizmet olarak kanseri her aşama da önlemenin, erken ve tedaviyi olanaklı kılmanın ve kanserli hastalara yaşamlarının her döneminde gereken destek ve katkıyı sağlamanın koşulları oluşturulmalıdır.
 
1-     Kanserin önlenmesine yönelik kamusal politikalar uygulanması
2-     Kanser hakkında toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapılması
3-     Kanserin ruhsal etkilerine yönelik bilgilendirme ve eğitim çalışmalarının yapılması
4-     Toplum sağlığı ve koruyucu psikiyatri uygulamaları çerçevesinde kanserli hasta ve yakınlarına yönelik özelleşmiş ruhsal destek birimlerinin açılması
5-     Kanserli hastaların tedavisinde mutlaka ruh sağlığı çalışanları ile koordineli bir çalışmanın sürdürülmesi
6-     Kamu ve üniversite hastanalerinde konsültsyon liyezon psikiyatrisi çerçevesinde kansere yönelik birimlerin sayısının ve niteliğinin artırlması
7-     Kanser ilaçlarının ve ilgili tedavilerinin sosyal güvenlik sistemine bağlı olup olmaya bakılmaksızın ücretsiz olarak sağlanması
 
 
kanser ve sonuçları ile başa çıkmada katkı sağlayacak en öncelikli ve temel yaklaşımlar olacaktır.
 
 
Uz. Dr. Şeref Özer
TPD Merkez Yönetim Kurulu adına